top of page

HİNDİSTAN - DELHİ - 2

  • Yazarın fotoğrafı: ÖMER SUHA TOPALAK
    ÖMER SUHA TOPALAK
  • 20 Eyl
  • 21 dakikada okunur
Lotus Temple
Lotus Temple

Seyahatin 2. Günü  18.02.2024  Pazar   HİNDİSTAN – DELHİ

Kahvaltımızı otelin karşısındaki bir kafede, kaşar peynirli üçgen sandviç ve çay ile yaptık. Yine otelden metroya doğru çevreyi gözlemleyerek yürüdük.

Her yerde yıkılacakmış gibi duran binalar, birbirine girmiş elektrik ve telefon telleri, hiç de hijyen olmayan şartlarda pişirilen kahvaltılık pişi benzeri hamurlar, tabii ki ortada başıboş gezen veya bir arabaya koşulmuş inekler, yerlere konmuş etleri ile bir kasap dükkanı, Bizde Trabzon hurması denen cennet elması benzeri muhtelif egzotik meyve, sokak berberleri ne istersen var.

Metroya girmeden kapının yakınında olan Ramakrishna Misyonu [1] denen Hint tapınağını gezdik. Burası Swami Vivekananda tarafından 1897'de kurulan manevi bir organizasyon olan Ramakrishna Misyonu'nun Delhi şubesi imiş. Binanın önünde Vivekananda isimli Swami Ramakrishna Paramhan'ın öğrencisi ruhsal liderlerlerden birinin heykeli var. Bahçesine girince bütün sesler geride kalıyor içerisi çok sessiz ve temiz. Üstünde kubbe olan büyük ana binaya ayakkabılarını çıkarıp giriyorsun. Mabedin içinde merkezde kurucu olan Sri Ramakrishna Dev ‘in bir heykeli var.

Oradan ayrılıp Hümayun Türbesine gitmek için metroya bindik. Bugün gezeceğimiz ilk yer Hümayun Türbesinden önce Babür İmparatorluğu'nu yenen Sur İmparatoru Şer Şah Suri ve oğlu İslam Şah Suri'nin sarayında yaşayan bir Afgan soylusu olan İsa Han’ın mezarı [2] olacak. İlk küçük kapıdan sonra Türbe ve bahçesi hemen arkada da cami gözüküyor. Türbenin mavi mozaikli küçük kubbeleri kendini belli ediyor. Türbe sekiz köşeli her köşenin ortasında kırmızı kum taşından kafesli bir pencere var. Türbenin içi ziyaret edilebiliyor. Mezar odası kendisi ve eşi için iki büyük ve çocukları için dört küçük toplam altı mezardan oluşuyor. Mezarlar mermerden yapılmış. Türbenin içinde Kabe yönünde bir mihrap var.

Türbeden camiye yürüdüm. Merkezde taç kapının üzerinde büyük bir kubbe yanlarda yeşil mozaikli iki küçük kubbe var. Taç kapı heybetli ancak giriş kapısı diğer yandaki iki kapı ile aynı boyda. Her girişin iç duvarında karşıda kırmızı kum taşından üç adet mihrap var. İlginç bir cami.

Buradan ayrılıp Hümayun Türbesine [3] doğru yürüdük. Bahçeye girmeden sizi 16. yüzyıldan kalma bir bahçe mezarı ve Bu Halima geçidi karşılıyor. Solda uzakta duran Bu Halima Mezarı, Humayun'un Sütannelerinden birinin mezarı imiş. Kapıdan geçince sağınızda İmparator Hümayun’un dul eşine Mekke gezisinde eşlik eden 300 müslümanın barındığı alan ayrıca Pers zanaatkarlarına ev sahipliği yapan Arap Sarayı ve 14 m. yüksekliğindeki kapısı bulunuyor. Kapının arkasında ise içinde kimin gömüldüğü bilinmeyen “Memur” anlamına gelen İsa Han mezarının benzeri Afsarwala (Afşar Bala) Türbesi ve Camii görülüyor.

ree

Yolumuza devam edip Hümayun’un mezarının altı kenarlı yıldız sembolleriyle 16 m. yüksekliğindeki görkemli Batı kapısına geldik.

Kapıyı geçince Taç Mahal benzeri bir görüntü ile karşılaşıyorsunuz. Burası görkemli Babür hanedan türbelerinin ilki imiş ve mimari stil 80 yıl sonra Taç Mahal'de zirveye ulaşmış. Tac Mahal'in öncüsü olan türbe, 12000 m'lik bir platform üzerinde durmakta ve 47 m yüksekliğe ulaşmakta. Hint mimarisinde Pers etkisinin en eski örneği. İçinde 100'den fazla mezar bulunan türbe, Babürlerin Yatakhanesi adını almış. Babür İmparatoru Hümâyun Şah'ın ölümünden 9 yıl sonra, Babür İmparatorluğu'nun ikinci hükümdarı olan Hümayun'un eşi Bega Begüm'ün (Hacı Begüm) talimatıyla 1569 yılında inşasına başlanıp, 1572 yılında tamamlanmış. Hümayun Türbesinin mimarı İranlı Mirek Mirza Giyas'mış. Hindistan'da yapılan ilk bahçeli türbe özelliğine de sahip.

Tac Mahal'in prototipi olduğu belirtilen yapının bahçesindeki geometrik havuzlar, kanallar klima görevi yapsın diye tasarlamış. Son derece geometrik cennet bahçesi, yürüyüş yolları ve ortadaki su kanalıyla dört kareye bölünmüş. Dört karenin her biri, patikalarla 8 küçük bahçeye bölünmüş ve toplamda 32 minyatür bahçe yaratılmış.


 

Yürüyüp bahçeden türbenin olduğu kata yaklaşık 7 m. yüksekliğe oldukça dik merdivenlerle tırmanıyorsunuz. Delhi'de görülen diğer yapılarda olduğu gibi bu türbede de kırmızı kum taşı ve beyaz mermer süslemeleri kullanılmış. Türbenin ön yüzünde Süleyman’ın mührü ya da Davut yıldızı süslemeleri göze çarpıyor. Binanın çevresini dolaştım, göründüğünden çok büyük.

Sonunda binanın içine girdim. Köşe odalarda başka hanedan üyelerinin mezarları var. Binanın ilginç iç yapısında dolanıp labirentin sonunda 1508 – 1556 yılları arasında yaşamış olan Babür İmparatorluğu'nun 2. hükümdarı Hümayun'un mezarına ulaştım. Ortada tek bir mezar, beyaz mermerden yapılmış.

Binanın arkasında solda uzakta soğan kubbesi ile beyaz bir mabet gözüküyor. Bu mabet bir Gurudwara Damdama Sahib [4] isminde bir Sih tapınağı imiş.

Türbenin arka sağ köşesinde uzakta ise iki başka türbe duruyor onlardan yakındakinin ismi Barbers Tomb yani Berber Türbesi [5] uzaktakinin ismi Neela Gumbad [6] imiş.



Biraz daha dolaşıp fotoğraf çekip Qutb Minar’a gitmek üzere türbeden ayrıldık.

Yaklaşık araçla yarım saat mesafedeki Quwwat-ul-Islam Cami (İslamın Gücü Camii) ve Qutub Minar’a (Kutub Minaresi) vardık. Çok kalabalık bilet gişesini geçip alana girdik. Bugün Pazar olduğu için yerel halk bir eğlence vasıtası olarak burayı gezmeye gelmiş. Her bölüm çok kalabalık idi. Kutup Minaresi bütün heybeti ile önümüzde duruyor. O dahil bütün alan Kuvvet-ül-İslam Camii [7] kalıntılarını içeriyor.

Gezmeye başladığımızda daha ilk binadan caminin yıkılan 27 Hindu ve Jaina tapınağının oyulmuş sütunları ve mimari elemanlarıyla inşa edilmiş olduğunu bariz bir şekilde anlıyorsunuz.

Binanın arkasında Alai Darwaza kapısı [8] ve İmam Zamin Türbesi [9] bulunuyor. İkisinin de taş işçiliği mükemmel.


Binanın önünde de Kutup Minar [10] duruyor. Kutub Minaresi, Müslümanların Delhi’deki son Hindu Kralını yenmesi şerefine 1193’de yapılmış. Yüksekliği 73 m, taban çapı 15, tepe çapı 2,5 m. Minare aslında beş katlı. Her katı belirlemek için şerefeler yapılmış. İlk üç katı kırmızı kum taşından, dördüncü ve beşinci katı ise mermerden yapılmış. Çok güzel duruyor. Benim ilgimi ilk katı oluşturan duvarların bir yuvarlak bir köşeli olması, ikinci katın sadece yuvarlak, üçüncü katın köşeli şekilde devam etmesi çekti.

Yürümeye devam edip caminin büyük fil ayaklarını gördüm ve ortada Demir Sütun’un [11] olduğu alan vardım. 7 m. uzunluğundaki sütunun özelliği yapımından bugüne 1.600 yıl geçmesine rağmen paslanmaması. MS 4. YY. ait Brahmi yazısıyla Sanskritçe bir yazıt taşıyor, buna göre sütun, Chandra adlı güçlü bir kralın anısına Vishnupada olarak bilinen tepeye bir Vishnudhvaja (tanrı Vishnu'nun sancağı) olarak dikilmiş. Süslü başlığın tepesindeki derin bir yuva, muhtemelen içine bir Garuda heykelinin yerleştirildiğini gösteriyormuş.

 

Camini yıkılmış olan duvarında dışarı çıkınca Alai Minar ‘ı (Tamamlanmamış minare) [12] görüyorsunuz. Bu minare Delhi Sultanlarından Alauddin Khalji, (Alâeddin Halaci), Qutab-ud-din Aibak (Kutbüddin Aybeg) ’ın yaptırmış olduğu Qutub Minar’ı geçmek için yaptırmaya başladığı ancak gerçekleşmemiş bir rüyanın kalıntısı ve ortaçağ Hindistan'ının güçlü yöneticilerinin hırslarının ve tamamlanmamış projelerinin sessiz bir tanığı olarak duruyor.

Sonra Sultan Shamsuddin Iltutmish Tomb yani Delhi Türk Sultanlığı'nın kurucu hükümdarı Şemseddin İltutmuş'un türbesine [13] geliniyor. İltutmuş'un (MS 1211-36) mezarı MS 1235'te inşa edilmiş. Girişlerde ve iç mekanın tamamında Sarazen geleneğine ait yazıtlar, geometrik ve arabesk desenlerle bolca oyulmuş, kırmızı kumtaşından sade bir kare oda. Mezar kubbesi olmayan türbenin ortasında yüksekte duruyor. Böyle bir türbeyi görmek insanı mutlu ediyor.

Caminin diğer köşesine yürüyünce (Alauddin Khilji Tomb & Madrasa) Alâeddin Halaci mezarı ve medresesine [14] geliniyor. Bazı medrese odaları sağlam ancak çoğu yıkıntı şeklinde duruyor.

Çevrede gezip bol bol fotoğraf çektirdikten sonra yeni hedefimiz Lotus Temple - Lotus Tapınağına doğru yola çıktık.

Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra bir Bahai İbadet evi olan Lotus Tapınağına [15] ulaştık. Burası da çok kalabalık. Alan çok büyük. Bahçesinde epey bir yürüdükten sonra binaya yaklaştık. Bir sürü insan ziyaret için gelmiş ve uzun bir sıra oluşmuştu. Tapınağın çevresinde dokuz adet çok büyük havuz vardı. İnsanları bir kapıdan büyük gruplar halinde içeri almadan önceki grubu diğer kapıdan çıkarıyorlardı. İçeride kamera ve fotoğraf çekimi yasak olduğundan görüntüleyemedim. Salon çok büyük ve sessiz. İçeri girerken ayakkabılar çıkarılıyor ve verilen poşetlere konuyor. İlginç bir deneyim.

Lotus tapınağından çıkıp yakındaki Hare Krishna Tapınağına yürümeye başladık.  Lotus tapınağının dışı da içi gibi çok kalabalıktı. Sokak lezzetleri satan bir sürü seyyar satıcı ve bunları deneyen insan kalabalığı. Rehber Zafer bey bize satılan bilyalı gazozu gösterdi. Daha önce kapak teknolojisi olmadığından şişeler içine konan bilyanın basınçla sıkıştırılması yolu ile kapatılırmış. Narendra Modi isimli bir parkı geçtik. Yolda sanırım bir gelenek olarak küçük kızlar ellerindeki boya ile alnınıza bir işaret koyuyor sonra da para isteyip yollarını buluyorlar. İlk kez burada kavga eden küçük kızlar ve kadınlar gördüm. Kavga sebebini bilmiyorum ama ilk kez kavga eden birilerini gördüğüm için ilginç geldi.


Sonunda Lord Krishna ve Radharani'ye adanan bir Hindu tapınağı olan Sri Sri Radha Parthasarathi Mandir yani ISKCON (International Society for Krishna Consciousness) tapınağı [16] denen yere vardık. Çok değişik bir binası var. Aslında buna binalar topluluğu demek lazım. Sadece bir ibadet yeri değil; kompleks aynı zamanda eğlence ve eğitim olanaklarının bulunduğu kültürel bir vaha olarak da hizmet vermekte. Ana kapıdan girdikten sonra burada da ayakkabılar bir torba ile vestiyere bırakılıyor içeride yalın ayak ya da çorapla geziliyor. Allahtan beni daha önce uyardıkları için bol miktarda çorap almıştım. Ana kapıdan sonra kameraya müsaade etmiyorlar o yüzden cep telefonu ile fotoğraf çektim. Merdivenlerle yukarılara doğru çıktık. Arada bir yerde üstü açık geniş bir alanda bir grup bir tarz meditasyon olan aşağıdaki mantrayı söylüyor ve ibadet ediyorlardı.

"Hare Krishna Hare Krishna

Krishna Krishna Hare Hare

Hare Rama Hare Rama

Rama Rama Hare Hare"



Bu durum binanın içinde bu sefer kapalı bir salonda yine aynen devam etti. Bizde kenarda bu guruba katılarak şarkılar söyleyip dans ettik.

Sonra bu tarikatın kurucu olan Bhaktivedanta Swami Prabhupada’nın heykelinin ve ayak izinin olduğu bölümde bol bol fotoğraflar çektik.

Sonra Vedik Müzesine gittik. Burası insanlara Hindistan tarihi hakkında, özellikle Ramayana ve Mahabharata destanları hakkında bilgi vermeyi amaçlıyor. Müze, Vedik felsefi ve kültürel mirasının çeşitli yönlerini robotik gösteriler aracılığıyla sergiliyor. Bhagavad Gita öğretilerinin özeti, robotlar ve ışık efektleri ile dramatik anlatım kullanılarak sunulmuştu. Bizler konu konu hazırlanmış bu bölümleri karanlık bir ortamda yürüyerek gezdik. Tanıtımlar İngilizce idi ancak destanı tam olarak bilmediğimizden anlamak zor oldu. Ayrıca Veda Kültür Merkezi 800 kg ağırlığında ve 2,8 metreden uzun en büyük basılı kitap olan Bhagavad Gita'yı barındırıyormuş.

Sonunda geziyi bitirdik ve karnımız açıktı. Zafer bey tapınağın Govinda isimli restoranında yemeği organize etmişti. Tabii burada et, balık, yumurta, soğan ve sarımsak yasak olduğundan değişik bir yemek deneyimi oldu. Yemeklerin isimleri şöyle idi: Achari Chaap (Soya Fasulyesi) , Dal Makhani (Mercimek yemeği), Paneer Butter Masala (kremamsı domates bazlı bir sos ve içine batırılmış paneer küpleri) (Paneer, kesilmiş limon suyu gibi meyve veya sebze asidinden yapılan Hint peyniri), Aloo Matar Gabhi Ki Sabzi (Bezelye ve patates), Thai Basil Sauce (Tayland fesleğen sosu), Phirni (pirinç unuyla yapılan bir tatlı)

Bu yoğun günü ardından otele dönüp yatıp uyuduk.

 

 

 

NOTLAR:

[1] Ramakrishna Math  ve  Ramakrishna Mission, bir asırdan uzun süredir çeşitli insani, sosyal hizmet faaliyetlerinde bulunan dünya çapında, politik olmayan, mezhepsel olmayan manevi organizasyonlardır. Feragat ve hizmet ideallerinden ilham alan Math ve Mission'ın rahipleri ve laik müritleri, kast, din veya ırk ayrımı gözetmeksizin milyonlarca erkeğe, kadına ve çocuğa hizmet eder, çünkü onlarda yaşayan Tanrı'yı ​​görürler. Bu örgütler , Modern Çağın Peygamberi olarak kabul edilen, 19. yüzyılın büyük Bengalli evliyası Sri Ramakrishna (1836-1886) ve Sri Ramakrishna'nın baş öğrencisi, günümüzün önde gelen düşünürlerinden ve dini liderlerinden biri olan ve Batılı seçkin bilgin AL Basham'ın ifadesiyle 'modern dünyanın başlıca şekillendiricilerinden biri' olarak kabul edilen Swami Vivekananda (1863-1902) tarafından kurulmuştur. Ramakrishna Math ve Ramakrishna Mission yasal ve finansal olarak ayrı olsalar da birçok yönden birbirleriyle yakından ilişkilidir ve ikiz kuruluşlar olarak kabul edilirler. Bu ikiz örgütler, insanlığın manevi yenilenmesini hızlandırmak için yüz yıldan fazla süredir sessizce çalışan, mezhepsel olmayan, evrensel bir manevi hareketi harekete geçirdiler. Bu devam eden dönüşümdeki başlıca katalizör, Vedanta olarak bilinen Hindistan'ın kadim dini felsefesidir. Hindistan'da farklı zamanlarda birkaç felsefe sistemi daha ortaya çıkmış olsa da, bunlar küçük gruplarla sınırlıydı. Vedanta, Vedik zamanlardan günümüze kadar Hindistan'ın dini geleneğinin baskın felsefesi olarak kalmıştır. Modern zamanlarda bu kadim düşünce sistemi Sri Ramakrishna tarafından arındırılmış, birleştirilmiş ve enerjilendirilmiş ve Swami Vivekananda tarafından modern deyimle açıklanmış ve böylece kast, inanç veya ırk ayrımı olmaksızın tüm dünyadaki tüm insanlara sunulmuştur.


[2] İsa Han'ın Mezarı : Asil İsa Han Niazi'nin mezarı, Hindistan'ın Delhi kentindeki Humayun'un Mezar kompleksinde yer almaktadır. æSekizgen şeklinde ve çoğunlukla kırmızı kumtaşından inşa edilen türbe, Sher Shah Suri döneminde 1547-1548'de inşa edilmiştir. İsa Han camisi, diğer binalarla birlikte UNESCO Dünya Mirası Alanı olan Humayun'un mezar kompleksini oluşturan türbenin batısında yer almaktadır. Türbe, Sher Shah Suri ve Islam Shah Suri saraylarında soylu olan Isa Khan Niazi'nin türbesini barındırmaktadır. Humayun'un Türbe kompleksindeki Bu Halima bahçesinin güneyinde yer almaktadır. Türbedeki bir yazıtta, yaklaşık  1547-1548'de inşa edildiği belirtilmektedir.  Ayrıca türbenin Sher Shah döneminde inşa edilen bir "cennet sığınağı" olduğu da belirtilmektedir.  Türbenin batısında bulunan cami, yaklaşık  1547'de inşa edilmiştir.

Türbe: Mezar, Lodi mimari tarzında inşa edilmiştir. Lodhi döneminin ayırt edici özelliği olan sekizgen şekli, alçak bir kaide üzerinde durmaktadır. Verandalar, merkezi odayı çevreler. Odanın her bir tarafı, her birinin üzerinde bir chajja (çatı) bulunan üç kemerden oluşur. Türbenin mimari tarzı, Mubarak ŞahMuhammed ŞahHan-ı Cihan Tilangani ve Sikander Lodi'ninkilere benzerdir. Türbe, süsleme için kullanılan kırmızı kumtaşı ile çoğunlukla gri kuvarsitten inşa edilmiştir. Sıva kaba duvar işçiliğini sarar. Duvarlarda dekorasyon için farklı renkli fayanslar kullanılmıştır. Mezarın girişi, merdivenlerle ulaşılan bir metre yüksekliğindeki bir podyum üzerinde durmaktadır. Kare başlı kapısı Hindu mimari tarzında inşa edilmiştir. Türbenin içinde, türbe sekizgen bir iç duvarla çevrilidir. Güney ve batı duvarları dışında, diğer duvarlar girintili celislerden (kafesli paravanlar) oluşur. Bu girintiler de dört merkezli kemerler içerir. Batı duvarında ana mihrap vardır (Müslümanların namaz kıldığı yön olan Mekke yönünü gösteren duvardaki yarım daire niş ). Mihrap dört merkezlidir ve Kuran ayetleriyle çevrilidir . Güney duvarında binanın ana girişi bulunmaktadır. Kubbenin ortasında bulunan madalyon, Farsça çiçek desenleriyle süslenmiştir. Ayrıca bir Kuran ayeti vardır. Mezar odası altı mezardan oluşuyor; ikisi büyük ve dördü küçük. Zemini döşemek için kumtaşı levhalar kullanılıyor. Isa Khan Niazi'nin anıt mezarı kırmızı kumtaşı ve mermerden yapılmış. 

Cami: Merkezi kubbe, Purana Qila'daki Qila-i-Kuhna Camii'nin kubbesine benzemektedir . Yan kubbeler sütunlar üzerine yükseltilmiş ve pavyonlara benzemektedir. Tek ibadet odası üç bölüme ayrılmıştır. Caminin merkezi bölümü kırmızı kumtaşından, yan bölümler gri taştan yapılmıştır. Her bölümde, sınırları yeşil ve mavi çinilerle süslenmiş camiye dört kemerli bir giriş bulunmaktadır. Merkezi bölümün köşeleri sivri uçlarla süslenmiştir.  Hindistan Arkeoloji araştırmalarına göre cami, türbeye kıyasla daha sadedir. Her cephede taş pilasterlerle desteklenen üç eşit büyüklükte kemer vardır . Mavi ve yeşil fayanslar kemerleri çevreler. Kırmızı taştan yapılmış bir çerçeve merkezi kemeri içerir. Bu özellikler Delhi'deki Moth ki Mescidi camisinden esinlenmiştir. Yan kemerler gri taştan yapılmış ve sıva ile dekore edilmiştir. Bu kemerlerin köşelerindeki madalyonlar, Mağribi mimarisinin bir özelliği olan mavi ve yeşil fayanslarla işlenmiş çiçek desenleri içerir. Cami bir metre yüksekliğindeki bir platform üzerinde durmaktadır. İç kısmı sade ve zemini basitçe sıvanmıştır. Yan kubbeler pandantifler üzerine inşa edilmişken , merkezi kubbe 16 kenarlı bir tambur üzerindeki tromplardan yükselmektedir . Taş sütunlarla desteklenen pavyonları mavi çinilerle süslenmiştir.  Camide , taştan oyulmuş, eşit büyüklükte, hat sanatı içeren üç mihrap bulunmaktadır. 


[3] Hümayun'un mezarı Hindistan'ın Delhi kentinde bulunan ve yaygın olarak Hümayun olarak bilinen İmparator Mirza Nasir al-Din Muhammed'in mezarıdır. Mezar, Humayun'un ilk ve baş eşi İmparatoriçe Bega Begum tarafından onun himayesinde 1558'de yaptırılmış ve Mirak Mirza Ghiyas ve oğlu Seyyid Muhammed tarafından seçilmiş Pers mimarlar tarafından tasarlanmıştır. Hindistan alt kıtasındaki ilk bahçe mezarıdır. Ayrıca bu ölçekte kırmızı kumtaşı kullanan ilk yapıdır. Kompleks, İmparatoriçe Bega Begum , Hacı Begum ve ayrıca Humayun'un büyük büyük torunu ve sonraki İmparator Şah Cihan'ın oğlu Dara Şikoh'un yanı sıra İmparator Cihandar Şah , Farrukhsiyar , Rafi Ul-Darjat , Rafi Ud-Daulat , Muhammed Kam Bakhsh ve Alamgir II dahil olmak üzere çok sayıda diğer Babür'ün mezarlarına ev sahipliği yapan İmparator Humayun'un ana mezarını kapsamaktadır. Babür mimarisinde bir sıçramayı temsil etti ve tipik olarak İran bahçelerine özgü ancak Hindistan'da daha önce hiç görülmemiş olan başarılı Charbagh bahçesiyle birlikte, sonraki Babür mimarisi için bir emsal oluşturdu. İlk Babür İmparatoru olan babası Babür'ün Kâbil'deki (Afganistan) Bagh-e Babur (Babür Bahçeleri) olarak adlandırılan oldukça mütevazı türbesinden açık bir şekilde farklı olarak görülüyor. Her ne kadar ikincisi, bir cennet bahçesine gömülme geleneğini başlatan ilk imparator olsa da Semerkant'taki ataları ve Asya fatihi Timur'un mezarı olan Gur-e Amir'den model alınarak Agra'daki Tac Mahal ile zirvesine ulaşan gelecekteki Babür kraliyet türbeleri mimarisi için bir emsal yaratılmıştır.


[4] Gurdwara Damdama Sahib, Humayun'un Mezarı yakınında buluna bir gurdwaradır. (Sih İbadethanesi) Bu gurdwara Onuncu Sih GuruGuru Gobind Singh ile ilişkilendirilir.  1707'de daha sonra İmparator Bahadur Şah olacak Prens Muazzam ile görüşmesini anmaktadır. Prens, Aurangzeb'in ölümünden sonra kardeşiyle taht için verdiği mücadelede ondan yardım istemiştir. Guru Sahib, Prens ile Humayun'un Mezarı yakınında buluşmuş ve birlikte savaş stratejilerini belirlemişlerdir. Eğlenceleri için düzenlenen fil ve boğa güreşlerini izlemişlerdir. Guru Sahib, oğullarının hain bir şekilde öldürülmesinden ve ordusu ile şehri Anandpur'u yok etmesinden sorumlu olan herkesi cezalandırırsa Prens'e yardım edeceğine söz vermiştir. Daha sonra Guru Sahib, Prens'in kardeşini yenmesine ve tahtı ele geçirmesine yardım etmiştir. Gurdwara Damdama Sahib (dinlenme yeri) ilk olarak 1783 yılında Sardar Baghel Singh tarafından, komutasındaki büyük bir Sih ordusu Delhi'yi fethettiğinde inşa edildi. İlk başta küçük bir Gurdwara idi. Daha sonra Maharaja Ranjit Singh, Gurdwara'yı yenilemek için görevlilerini görevlendirdi. Sonuç olarak, rahipler ve hacılar için binalar içeren bir deorhi (Sih mimari yapısı) inşa edildi. 1984 yılında yeni bir bina inşa edildi. Her yıl binlerce mürit Hola Mohalla adlı festivali kutlamak için burada toplanır .

Tabelası: Gurudwara Damdama Sahı̇b : Bu Gurudwara Sahib, 1707 yılında onuncu Sih Guru Guru Gobind Singh Ji ve İmparator Bahadur Shah arasında gerçekleşen bir toplantının anısına yapılmıştır. İmparator Bahadur Şah Delhi tahtını ele geçirdiğinde Gura Gobind Singh Ji Delhi'yi ziyaret etmiş ve Moti Bagh'da (Dhaula Kuan yakınlarında) kamp kurmuştur. Guru Sahib ve İmparator arasındaki buluşma yeri, Hazreti Nizammuddin'in Dargahı yakınındaki Humayun'un mezarında sabitlendi. Ön görüşmede Guru Sahib, masum Sihlere ve Sahibzadalara terör ve linç uygulamaktan sorumlu olan tüm Ordu personelinin, soyluların ve Tepelik bölgelerin Krallarının ayrıntılarını verdi. Anandpur Sahib'i kurnazlıkla boşalttılar ve Guru Sahib'in değerli eşyalarını, edebi hazinelerini yok ettiler. Bu zulümleri dinleyen İmparator, gücünü pekiştirdiğinde bu tür eylemlerden sorumlu olan herkesi cezalandıracağına söz verdi. Bundan sonra Kraliyet ordusu ve Sih Gönüllüleri savaş yeteneklerini sergilediler. İmparator bu dövüş sanatları gösterisinden çok etkilendi ve daha sonra dövüş filleri arasında bir dövüş yapmaya karar verdi. Guru Sahib, savaşçı filin önüne savaşçı bir erkek bufalo gönderdi. Erkek bufalonun savaşçı fili dövüş alanından kovaladığını gören herkes hayretler içinde kaldı. İmparator çok etkilendi ve Guru Sahib tarafından verilen dövüş eğitimine ikna oldu. Bu Gurudwara Sahib, bu olayların bir anıtıdır ve bugün bile Guru Gobind Singh Ji'nin Kutsal kişiliğinin anısını tazelemektedir.


[5] Berberin Mezarı: 16. Yüzyılın Sonları, Bina Berberin Mezarı olarak adlandırmaktadır. Hümayun'un berberine ait olduğu söyleniyor. Kırmızı kumtaşı cephesi, kiremit saçakları, minareleri ve kumtaşı paravanları türbeye çarpıcı bir karakter kazandırmaktadır. Türbenin içinde bir erkek ve bir kadına ait süslü cenaze sandukaları bulunmaktadır. Türbenin etrafındaki su kanalları 1905 ve 1909 yılları arasında eklenmiştir.

 

[6] Neela Gumbad : "Mavi Kubbe" olarak da bilinen Neela Gumbad, Hindistan'ın Delhi kentindeki Nizamuddin bölgesinde bulunan 15. yüzyıldan kalma bir türbedir. Bir asilzadeye ait olduğuna inanılan bir mezardır, ancak tam kimliği bilinmemektedir. Anıt, yapının ayırt edici bir özelliği olan çarpıcı mavi çinili kubbesi nedeniyle bu şekilde adlandırılmıştır. Neela Gumbad, kare bir plan ve yapının merkezinden yükselen büyük bir kubbe ile tipik Hint-İslam mimari tarzında inşa edilmiştir. Kubbe, ona eşsiz ve güzel bir görünüm kazandıran mavi çinilerle süslenmiştir. Mezarın duvarları da karmaşık geometrik desenler ve Arapça yazıtlarla süslenmiştir. Anıt, Hazrat Nizamuddin Dargah'ın yakınında yer alır ve bölgedeki bir diğer ünlü anıt olan yakınlardaki Chausath Khamba ile aynı zamanlarda inşa edildiğine inanılır. Nila Gumbad, Hindistan'daki en eski Babür anıtıdır. Alçı ve moloz kullanılarak inşa edilmiş ve mavi, yeşil ve beyaz fayanslarla sırlanmıştır. Baskın renk turkuaz mavisiydi. Anıt kare şeklindedir ve açılı köşelere sahiptir. Kubbe bir tamburun üzerine oturmaktadır ve içinde mihrap yoktur. Ayrıca yarı sekizgen açılı oyuklara sahiptir. Cephede dekoratif kemerler vardır. Cephenin yalnızca kuzey tarafında orijinal dönemden kalma sırlı fayanslar vardır. İçeride, iki kata bölünmüş kare bir oda vardır. İç kemerlerin madalyonları sıva süslemelerine sahiptir ve tromplar ikinci katı sekizgen bir şekle dönüştürmüştür. Mezarın üzerinde mezar taşı yoktur. Kubbenin yükseldiği tambur, kırmızı taş tuğlalar kullanılarak yapılmış, dışarıdan silindirik ve içeriden daireseldir. Kubbe turkuaz mavi fayanslarla kaplıdır ve binaya "Mavi Kubbe" adını vermiştir. Kubbenin tepesinde bir kalasa finial vardır.

 

[7] Kuvvet-ül-İslam Camii (inşa yılları 1192-1316)

Quwwat-ul-Islam, Memlük hanedanının kurucusu olan Qutb-ud-din Aybek tarafından yaptırılmıştır. Türkiye'de köle olarak doğan Qutb, 1180'lerde Muhammed Gari'nin Hindistan'ı işgali sırasında bir general olarak öne çıktı. Muhammed'in 1206'da suikasta uğramasının ardından Qutb tahta geçti ve kendisini, Qutb'un kökenlerine atfen aşağılayıcı bir şekilde "Köle Hanedanı" olarak adlandırılan Memlük hanedanının Sultanı olarak taçlandırdı. Hanedanlık sadece birkaç yüzyıl sürmüş olsa da, Hindistan'daki Müslüman yönetimi 1858'deki İngiliz işgaline kadar devam etti.

Kutub fanatik bir Müslümandı. Garnizonu 1192'de Muhammed Gari komutasında Delhi'yi işgal ettiğinde, Delhi'nin ilk camisinin inşası için yapı malzemesi sağlamak amacıyla yirmi yedi Hindu ve Jain tapınağının yıkılmasını emretti. "İslam'ın Zaferi" anlamına gelen Quwwat-ul-Islam, yapıyı inşa etmek için muhtemelen Hindu olan yerel zanaatkarlardan oluşan bir orduyu askere alan genç emir tarafından aceleyle inşa edildi. Hindu taş ustaları yıkılan tapınaklardaki sütunları yeniden kullandılar, ancak İslam'ın tapınaklarda resim kullanımına karşı emri göz önüne alındığında, bunları bir camide kullanmak için uyarlamak sorunlu oldu. Duvar ustaları, son derece yontulmuş Hindu sütunlarının üzerine sıva yapmak ve muhtemelen üzerlerini geometrik desenlerle kaplamak zorunda kaldılar. Ancak, yüzyıllarca ihmal edildikten sonra sıva döküldü ve orijinal Hindu oymaları ortaya çıktı.

Kuvvet-ül-İslam en çok Müslümanların Hindistan'ı fethini kutlayan zafer kulesiyle tanınır. Kırmızı kumtaşı, gri kuvars ve beyaz mermerden inşa edilmiştir, ancak muhtemelen alanda bulunan demir “Kanun Sütunu ”ndan esinlenilmiştir. Mauryan hanedanlığı döneminde 6. yüzyılda inşa edilen bu sütun, tapınağın orijinal yerinde duran tek parçasıdır. Kutub camiyi inşa ederken etrafını çevirmiştir. Demirden yapılmış olmasına rağmen 1.500 yılı aşkın bir süredir paslanmaya karşı direnmesi, Mauryanların üstün metalürji becerilerinin bir kanıtıdır. Caminin genişletilmesi Kutub'un ölümünden sonra da devam etmiştir. Damadı İltutmuş (ya da Altamaş) orijinal ibadet salonu perdesini üç kemerle daha genişletmiştir. İltutmuş'un zamanında Memlük İmparatorluğu, Sultan'ın askere aldığı Hindu ustaların çoğunu İslami ustalarla değiştirebileceği kadar istikrar kazanmıştı. Bu durum, İltutmuş döneminde eklenen kemerlerin Kutub döneminde inşa edilenlere kıyasla neden üslup olarak daha İslami olduğunu açıklamaktadır. Genişletilmiş caminin hemen batısında İltutmuş, Delhi Sultanlığı için inşa edilen ilk türbe olan kendi türbesini yaptırmıştır. Müslüman ustaların varlığına rağmen, türbe uygulamada olmasa da tasarımda çoğunlukla Hindu'dur. Üst yapının büyük bir kısmı ve duvarların çoğu yağmalanmış yapı malzemesinden inşa edilmiştir. İltutmuş'un naaşı türbenin altındaki bir yeraltı odasına defnedilmiştir. Kuvvet-ül-İslam'ın gerilemesi, Batı'da “Alladin” olarak bilinen Ala-ud-din'in (1296-1316) yönetimi sırasında başladı. Ala-ud-din başlangıçta camiyi himaye etmeye meyilli görünüyordu, hatta muazzam yeni bir avlu duvarı ekledi ve devasa yeni bir minarenin (kule) temelini dikti. Ancak Ala-ud-din'in hayalleri o kadar büyüktü ki, Lal Kot (Delhi) başkentini terk edip yakındaki Siri'ye taşınmaya karar verdi ve bunun üzerine Kuvvet-ül-İslam üstünlüğünü kaybetti.

 

[8] Alai Darwaza  M.S. 1311

Quwwat-ul-Islam camisinin güney kapısı, Khalji (1296-1316) camiyi genişlettiğinde Alai Darwaza olarak bilinir. Quwwat-ul-Islam camisi aslen Qutbud-Din-Aibak (1192-1210) tarafından inşa edilmiş, kuzey ve güney tarafında Iltutmish (1211-36) tarafından genişletilmiş ve Alaud-Din-Khalji tarafından sadece kuzey ve güneyde değil, aynı zamanda doğuda bir manastır ve Alai Darwaza'nınkine benzer dört kapı ile daha da genişletilmiştir. Güneydeki Alai Darwaza hariç tüm bu kapılar yıkılmıştır.

Alai-Darwaza, kırmızı kumtaşı ve mermerden yapılmış karmaşık oymalara sahip muhteşem bir kare kubbeli yapıdır. Ayrıca, Khalji mimarisini etkileyen belirli Selçuklu özelliklerini (Selçuklu dönemi: 1038-1157) de yansıtır. Bu özellikler arasında önemli olanlar sivri at nalı şeklindeki kemerler, kemerlerin köşeleri ve lotus tomurcuğu saçaklarıdır. Bu Selçuklu etkileri, Moğolların Orta ve Batı Asya'ya saldırılarından kaçan sanatçıların ve zanaatkarların Hindistan'a göç etmesi nedeniyle Hindistan'a geldi. Hindistan onlara sadece güvenlik sağlamakla kalmadı, aynı zamanda kendi ticaretlerinde iş de sağladı ve bunun sonucunda Qutb Minar ve Alai Darwaza gibi mimarinin değerli mücevherleri yaratıldı.

 

[9] İmam Zamin Türbesi, 16. yüzyılda yaşamış bir İslam din adamı olan Muhammed Ali'nin (halk arasında İmam Zamin olarak bilinir) kalıntılarını barındıran bir türbedir. Hindistan'ın Delhi kentindeki Kutb Minar kompleksinde yer alan türbe, Babür İmparatoru Hümayun döneminde, kompleksin orijinal anıtları inşa edildikten çok sonra Ali tarafından yaptırılmıştır. Mezar Sikander Khan Lodi tarafından inşa edilmiştir. İmam Zamin doğrudan Muhammed peygamberin soyundan geliyordu ve asıl adı Muhammed Ali idi. İmam Zamin bu nedenle bir Seyyid idi ve Sufizmin Çişti mezhebine mensuptu. Sultan Sikandar Han Lodi döneminde Türkistan'dan Delhi'ye göç ettiğine ve daha sonra Kutb Minar kompleksindeki Kuvvet-ül İslam camisinin imamı olduğuna inanılıyor. Girişteki yazıta göre türbe, Hümayun döneminde 1537-1538 yılları arasında Zamin tarafından yaptırılmıştır. 1539 yılında ölmüştür. Alai Darwaza'nın doğusunda yer alan türbe, orijinal anıt grubundan çok sonra inşa edilmiştir ve Kutb Minar kompleksine yapılan son eklemedir. Zamin, türbenin ortasına gömülmüştür. Türbe Lodhi mimari tarzında inşa edilmiştir.Türbe kare şeklindedir ve hem uzunluk hem de genişlik olarak 7,3 m. ölçülerindedir. Çatı on iki sütun tarafından desteklenir ve batı ve güney hariç tüm kenarlarında jaliler bulunan kumtaşı bir kubbe ile örtülür. Kubbe sekizgen bir kasnaktan yükselir ve çift sıra mazgal ile birlikte chhajja (sarkan saçak veya çatı örtüsü) üzerinde mermer bir panel ile dekore edilmiştir. Mermer, iç süslemelerde ve anıt mezarın yapımında yoğun olarak kullanılmıştır. Türbenin batı tarafında mermerden işlenmiş bir mihrap (cami duvarında Müslümanların namaz kıldığı yönü gösteren niş) bulunmaktadır. Güney tarafında bulunan giriş de mermerden yapılmıştır.Kumtaşı yapının tamamı orijinalinde cilalı sıva ile kaplıydı ve bunun bir kısmı hala mevcuttur. Zamin'in adı giriş kapısının üzerinde Nesih yazısıyla yazılmıştır.

 

[10] Qutb Minar, Tomar Rajputs tarafından kurulan Delhi'nin en eski şehri Lal Kot'un yerinde bulunan Qutb kompleksini oluşturan bir minare ve zafer kulesidir. Çoğunlukla 1199 ve 1220 yılları arasında inşa edilmiş, 399 basamak içermektedir ve şehrin en sık ziyaret edilen miras noktalarından biridir. Gurluların bölgeyi fethetmesinden önce Delhi'nin son Hindu hükümdarı olan Prithviraj Chauhan'ı yendikten sonra, Qutab-ud-din Aibak zafer kulesinin inşasını başlattı, ancak yalnızca ilk seviyeyi tamamlayabildi. Bölgede İslami yönetimin başlangıcını işaret ediyordu. Delhi Sultanlığı'nın ardışık hanedanları inşaatı sürdürdü ve 1368'de Firuz Şah Tuğluk üst kısımları yeniden inşa etti ve bir kubbe ekledi. Bu, yaklaşık  1190 yılında Afganistan'da inşa edilen ve Delhi kulesinin muhtemel başlangıcından on yıl kadar önce inşa edilen 62 metrelik, tamamı tuğladan yapılmış Jam minaresiyle karşılaştırılabilir. Her ikisinin de yüzeyleri yazıtlar ve geometrik desenlerle ayrıntılı bir şekilde dekore edilmiştir. Qutb Minar'ın her kademenin tepesinde "balkonların altında muhteşem sarkıt braketleri" bulunan yivli bir şaftı vardır.  

Kırmızı ve açık kahverengi taştan yapılmış Kutub-Minar, Hindistan'ın en yüksek kulesidir. Tabanda çapı 14,32 m, tepede yaklaşık 2,75 m, yüksekliği ise 72,5 m'dir.  Kutbu'd-Din Aybek, MS 1199'da müezzinin ezan okuması için Minar'ın temelini attı ve halefi ve damadı Şemsu'd-Din İltutmuş (MS 1211-36) tarafından üç kat daha eklenen ilk katı yükseltti. Tüm katlar, minarenin etrafını saran çıkıntılı bir balkonla çevrilidir ve birinci katta daha belirgin şekilde bal peteği tasarımıyla süslenmiş taş braketlerle desteklenmiştir. Minarenin farklı yerlerinde Arapça ve Nagari harfleriyle yazılmış çok sayıda yazıt, Kutub'un tarihini ortaya koymaktadır. Yüzeyindeki yazıtlara göre Firuz Şah Tuğluk (MS 1351-88) ve Sikandar Lodi (MS 1489-1517) tarafından onarılmıştır. Binbaşı R. Smith de minareyi 1829'da onarmış ve restore etmiştir.

 

[11] Demir Sütun: 7 metre yüksekliğindeki bu sütun caminin bahçesinde bulunur. MS 5. yüzyılda Hindu Kralı Chandra Varman tarafından buraya yerleştirilmiştir. Ancak sütunun üzerindeki yazıt, buraya başka bir yerden getirilmiş olabileceğini göstermektedir. Bu sütunun Gupta dönemine ait olduğu ve tepesinde yarı kartal, yarı insan şeklinde bir tanrı olan Garuda figürünü taşımakta olduğu da söylenmektedir. Bu durumda sütunun bir Vishnu tapınağına ait olması gerekmektedir. Bu yazıtta yer almayan en önemli şey, bu demir sütunun hangi teknolojiyle bu kadar kusursuz yapılabildiği ve 2 bin yıldır en küçük bir paslanmanın bile oluşmamış olmasındaki gizemdir. Burada yaygın olan bir inanışa göre eğer bir kişi kollarıyla bu sütunu sarabilirse her dileği yerine gelir. Uzun yıllar turistlerin bunu rahatça deneyebildiği bu sütunun zarar görmemesi için çevresine bir çit yapılarak, bu uygulama engellendi.

Delhi'nin demir sütunu, Chandragupta II (MS 375-415 yılları arasında hüküm sürmüştür ) tarafından inşa edilen 7,21 m. yüksekliğinde ve 41 cm. çapında bir yapıdır ve şu anda Hindistan’ın Delhi kentindeki Mehrauli'deki Kutub kompleksinde durmaktadır. Yapımında kullanılan metaller paslanmaya dayanıklı bir bileşime sahiptir. Sütunun ağırlığı altı tondan fazladır ve muhtemelen Udayagiri Mağaraları'nın dışında başka bir yere dikildiği ve 11. yüzyılda Anangpal Tomar tarafından şimdiki yerine taşındığı düşünülmektedir. Sütunun tepesinden tabanına kadar olan yüksekliği 7,21 m'dir bunun 1,12 m'si yer altındadır. Çan deseni başlığı 306 mm'dir. Altı tondan daha ağır olduğu tahmin edilmektedir. Sütun , korozyona karşı yüksek direnci nedeniyle arkeologların ve malzeme bilimcilerinin dikkatini çekmiş ve "antik Hint demir ustalarının demir çıkarma ve işlemede elde ettiği yüksek beceri düzeyinin bir kanıtı" olarak adlandırılmıştır. Korozyon direnci, yüksek fosfor içerikli demirin üzerinde oluşan eşit bir kristal demir hidrojen fosfat hidrat tabakasından kaynaklanır ve bu, onu Delhi ikliminin etkilerinden korumaya yarar. Sütunun üzerinde farklı tarihlere ait çok sayıda yazıt yer alıyor.


[12] Alai Minaresi: Alaiddin Khalji, hükümdarlığı sırasında bu cami kompleksine çeşitli ekler yapmıştı. Daha sonra büyük bir ihtirasa kapılarak Kutub Minaresinin tam olarak iki katı büyüklüğünde ikinci bir minare yaptırmaya karar verdi. Ölümünde minarenin yüksekliği 27 metreye kadar ulaşmıştı; ancak daha sonra hiç kimse bu projeyi sürdürmedi. Yarım kalan minare şu anda yıkıntı halindedir ve bahçede görülebilir. Alai Minar (tamamlanmamış minare), Alauddin Khalji'nin iddialı planı Kutub Minar'ın iki katı yüksekliğinde ve genişliğinde bir minare inşa etmek için başlatıldı. Ancak ölümünden sonra terk edildi ve gücünün ve hayalinin kanıtı olarak yapının sadece ilk katını bıraktı. Alai Minar, karmaşık oymalarla dolu Kutub Minar'ın aksine çoğunlukla sade ve tamamlanmamıştır. Kaba moloz taştan yapılmıştır ve ince bitirme işlerinin hiç yapılmadığı gözükmektedir.


[13] Memlük veya Köle hanedanının üçüncü sultanı olan Şemsuddin İltutmuş, 1211-36 yılları arasında hüküm sürmüştür. Delhi'den hüküm süren ilk Müslüman Sultan olan Şemseddin İltutmuş'un türbesi, Kuzey Hindistan'da İslam mimarisinin gelecekteki gelişimine zemin hazırlamıştır. Onun büyük türbesi aynı zamanda alt kıtadaki ilk anıtsal Müslüman mezarı ve (tartışmalı bir şekilde) Kuzey Hindistan'daki ilk kubbe inşaatı girişimidir - öyle olsa bile, daha sonra çökmüştür. Delhi Sultanlığı, İltutmuş'un ölümünden sonra sadece 54 yıl daha sürmüş olsa da, başarıları, Britanya İmparatorluğu'nun 1857'de Babür yönetimini ortadan kaldırmasına kadar Kuzey Hindistan'da devam eden uzun yüzyıllar süren İslami hegemonyayı başlatmıştır.

 

[14] Khilji hanedanının ikinci hükümdarı Alauddin Khilji, askeri fetihleri, idari reformları ve mimari himayesiyle tanınır. Onunla ilişkili hayatta kalan az sayıdaki yapı arasında, Delhi, Mehrauli'deki Kutub kompleksinde bulunan Alauddin Khilji'nin Türbesi ve Medresesi bulunmaktadır. Bu alan, bir türbenin bir medrese (İslami okul) ile birleştirilmesinin en eski örneklerinden birini temsil eden tarihi ve mimari öneme sahiptir. Medrese 14. yüzyılın başlarında inşa edilmiştir ve öncü bir Hint-İslam mimarisi özelliği olarak kabul edilmektedir. Merkezi bir avluyu çevreleyen, öğrenciler ve akademisyenler için hücrelerin bulunduğu küçük dikdörtgen bir yapıdan oluşur. Batı ucunda Alauddin Khilji'nin kendisine ait olduğuna inanılan mezar bulunmaktadır. Türbe basit kare planlıdır ve orijinalinde artık mevcut olmayan bir kubbeyle örtülmüştür. Yapı gri taştan yapılmıştır ve dekorasyon açısından mütevazı olmasına rağmen büyük bir tarihi değere sahiptir. Bu külliye, Hindistan'da medrese ve türbenin birlikte inşa edildiği bilinen ilk örneği temsil etmesi ve daha sonra birçok İslam hükümdarının da uyguladığı bir gelenek olması açısından önemlidir. Site, Alauddin'in eğitime ve dine olan bağlılığının yanı sıra dini bir bağlamda hatırlanma arzusunu da yansıtıyor. Bozulmuş durumuna rağmen Alauddin Khilji'nin Türbesi ve Medresesi, erken Sultanlık mimarisine ve Delhi'nin en güçlü hükümdarlarından birinin kültürel özlemlerine dair bilgiler sunan değerli bir anıt olmaya devam ediyor.

 

[15] Lotus Tapınağı , Hindistan'ın Delhi kentindeki Kalkaji'de bulunan bir Baháʼí İbadet Evi'dir. Aralık 1986'da tamamlanmıştır. Lotus benzeri şekliyle dikkat çeken tapınak , şehirde önemli bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Tüm Baháí İbadet Evleri gibi Lotus Tapınağı da din veya başka bir yeterlilik gözetmeksizin herkese açıktır. Bina, üçlü kümeler halinde düzenlenmiş, dokuz kenar oluşturan 27 adet serbest duran mermer kaplı "yapraktan" oluşmaktadır ve dokuz kapı, yüksekliği 34 metreden biraz fazla olan ve 1.300 kişilik kapasiteye sahip merkezi bir salona açılmaktadır. Lotus Tapınağı'nın mimarı, İranlı Fariborz Sahba'ydı. Bu araziyi satın almak için gereken fonların büyük kısmı, vasiyetinde tüm birikimlerinin tapınağın inşasına gideceğini belirten Sindh, Haydarabad'dan Ardishír Rustampúr tarafından bağışlandı.  Rúhíyyih Khanum, Lotus Tapınağı'nın temel taşını 19 Ekim 1977'de koydu ve tapınağı 24 Aralık 1986'da adadı. Adanma töreni için, Hindistan'ın 22 eyaletinden yaklaşık 4.000 Bahai dahil olmak üzere 107 ülkeden 8.000 Bahai bir araya geldi. Tapınak 1 Ocak 1987'de halka açıldı ve o gün 10.000'den fazla kişi ziyaret etti.  Baháʼí İnancı, bir Baháʼí İbadet Evinin tüm dinlerden insanların bir araya gelip, düşünüp ibadet edebileceği bir alan olması gerektiğini belirtir. Lotus Tapınağı'na, tüm Baháʼí İbadet Evleri'nde olduğu gibi, dini geçmiş, cinsiyet veya diğer ayrımlara bakılmaksızın herkes girebilir.  Sadece Baháʼí İnancı'nın değil, diğer dinlerin de kutsal yazıları , dilden bağımsız olarak okunabilir ve/veya ilahiler söylenebilir; öte yandan, kutsal olmayan metinleri okumak, vaaz veya konferans vermek veya bağış toplamak yasaktır. Korolar tarafından okumaların ve duaların müzikal yorumları yapılabilir, ancak içeride hiçbir müzik aleti çalınamaz. İbadet hizmetleri için belirlenmiş bir düzen yoktur ve ritüelistik törenlere izin verilmez. Lotus Tapınağı da dahil olmak üzere tüm Baháʼí ibadethaneleri, bazıları Baháʼí kutsal kitaplarında belirtilen belirli mimari unsurları paylaşır. Dinin kurucusunun oğlu olan ʻAbdu'l-Bahá, Baháʼí İbadet Evlerinin dokuz kenarlı ve dairesel olması gerektiğini yazmıştır. Günümüzdeki tüm Baháʼí İbadet Evleri kubbeli olsa da, bu, mimarilerinin temel bir parçası olarak görülmemektedir. Baháʼí kutsal kitabı ayrıca, İbadet Evi içinde hiçbir resim, heykel veya imgenin sergilenemeyeceğini ve hiçbir minber veya sunağın mimari bir özellik olarak dahil edilemeyeceğini belirtir.  Yeni Delhi'deki İbadet Evi'nin tasarımı lotus çiçeğinden esinlenmiştir ve üçlü kümeler halinde düzenlenmiş, dokuz kenar oluşturan 27 serbest duran mermer kaplı "yapraktan" oluşur. Tapınağın şekli sembolik ve dinler arası öneme sahiptir çünkü lotus genellikle saflık, kutsallık, maneviyat ve bilgi ile ilişkilendirilir. Hindistan'da manevi bir öneme sahiptir. Lotus Tapınağı'nın dokuz kapısı, 2.500 kişiye kadar kapasiteli , 34,3 metre yüksekliğindeki merkezi bir salona açılır. Tapınağın çapı 70 m'dir.  İbadet Evi'nin yüzeyi, birçok antik anıtın ( Partenon dahil ) ve diğer Baháʼí binalarının yapımında kullanılan aynı mermer olan Yunanistan'daki Penteli dağından gelen beyaz mermerden yapılmıştır. Çevresindeki dokuz gölet ve bahçeyle birlikte Lotus Tapınağı mülkü 26 dönümlük (105.000 m2) bir alanı kaplamaktadır. Lotus Tapınağı, bazı tatillerde 100.000'e kadar ziyaretçiyle çeşitli dinlerden insanlar için önemli bir cazibe merkezi haline gelmiştir. Yıllık ziyaretçi sayısı tahminleri 2,5 milyon ile 5 milyon arasında değişmektedir.  2001'de bunun "dünyanın en çok ziyaret edilen binası" olduğu belirtmiştir. 

 

[16] Uluslararası Krishna Bilinci Derneği (ISKCON ) yaygın olarak Hare Krishna hareketi olarak anılır , bir Gaudiya Vaishnava Hindu dini örgütüdürA. C. Bhaktivedanta Swami Prabhupada tarafından 13 Temmuz 1966'da New York şehrinde kurulmuştur. ISKCON'un ana merkezi Hindistan'ın Batı Bengal eyaletindeki Mayapur'da dır ve dünya çapında yaklaşık 1 milyon üyesi olduğunu iddia edilmektedir. Hindu kutsal metinlerine dayanır ve özellikle AC Bhaktivedanta Swami Prabhupada'nın Bhagavad Gita ve Bhagavata Purana'nın yorumu ve çevirisi tarafından yönlendirilir. Hare Krishna hareketi lakto-vejetaryenliği savunur ve başlangıçta bhakti yogayı teşvik etmek için kurulmuştur. Bhaktivedanta Swami Prabhupada, Chaitanya'nın Gaudiya Vaishnavizmini 1965'te Batı'ya getirdi. 70 yaşındayken, sadece 40 rupi Hindistan parasıyla New York'a geldi. New York'un seçkinlerine vaaz vermek yerine, halka açık parklarda vaaz verip ilahiler söyleyerek ve hippileri ve gençleri çekerek 1960'ların karşı kültür ruhuna dokundu. O zamanlar "Hare Krishna Hareketi" olarak bilinen hareketi, bir yıl sonra San Francisco'ya taşındığında daha da büyüdü. İngiltere'ye yayıldığında, Beatles'tan George Harrison'dan tanıtım ve finansal destek aldı. Hare Krishnas ile birkaç parça kaydetti ve Mahamantra'yı hit parçası "My Sweet Lord"a dahil etti. İlk Hare Krishna komünü olan New Vrindavan (Batı Virginia), Prabhupada tarafından 1968 yılında kuruldu.  O zamandan beri ISKCON dünya çapında 800'den fazla merkez kurdu ve milyonlarca takipçisi var. ISKCON, Krishna'yı Yüce Tanrı'nın tüm avatarlarının orijinal kaynağı olarak tanımlar. Kayıtlı üyeler Krishna'ya Tanrı'nın en yüce formu, svayam bhagavan olarak taparlar ve yayınlanmış yazılarında ona sıklıkla Tanrısallığın Yüce Kişiliği olarak atıfta bulunurlar. Adanmışları için Radha , Krishna'nın ilahi dişi eşini, orijinal ruhsal gücü ve adanmışlık sevgisinin vücut bulmuş halini temsil eder. Dört Düzenleyici İlke: İnisiyasyon ( diksha ) sırasında ISKCON müritleri dört temel kurala ve düzenlemeye uymaya yemin ederler.  

·         Sadece lakto-vejetaryen diyetin (et, balık, yumurtadan uzak durma) uygulanması .

·         Her türlü sarhoş edici maddenin (soğan, sarımsak, kahve, kafeinli içecekler, çay, tütün sigaraları, uyuşturucular ve alkol) tüketilmesinin yasaklanması

·         Kumar yasağı

·         Evlilik dışı cinsel ilişki ve ilişkiler anlamında cinsel ilişkinin yasaklanması.

 

 

 

 

 

 

 

 
 
 

Yorumlar


bottom of page