top of page

HİNDİSTAN - AGRA - TAC MAHAL - 3

  • Yazarın fotoğrafı: ÖMER SUHA TOPALAK
    ÖMER SUHA TOPALAK
  • 27 Eyl
  • 34 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 29 Eyl

Tac Mahal
Tac Mahal

Seyahatin 3. Günü  19.02.2024  Pazartesi   HİNDİSTAN – AGRA - TAC MAHAL - JAİPUR Bugün hedefimiz çocukluğumdan beri görmek istediğim Tac Mahal.[1] Günün ölmemesi için Delhi’deki otelde sabah saat 05:00 gibi uyandık. Trenimiz saat 06:00’da ama tren istasyonu otele çok yakın. Valizler olduğundan küçük minibüslerle hemen hareket ettik.

Tren garı, tren saatini bekleyen yerde yatan insanlarla dolu. Çantalarını yastık yapmış üstlerinde bir örtü öylece yatıyorlar. Neyse sıra ile güvenlik kontrolünden geçtik. Gara girdik, tren hemen geldi ve saatinde kalktı. Bu tren vagonu 1. Sınıf olduğundan oldukça düzgün.

Zafer bey ortasında masa olan yerlerden bilet ayarlamış. Ayrıca yanına muhtelif kahvaltılık (ekmek, krem peynir, zeytin, kurabiye ve meyva suyu) almıştı. Böylece kahvaltımızı rahatlıkla yapabildik. Trende sallama çay ve bisküvi servisi de vardı. Yaklaşık 3 saat sonra Agra Tren İstasyonunda indik.

Buradan minibüsle Tac Mahal giriş gişesine ulaştık. Video kamera yasak cep telefonu serbest o yüzden bu noktadan sonra sadece fotoğraf çekebildim. Jilaukhana (Ön avlu)’ya girdik. Avlu da sizi karşılayan ilk anıtsal kapı yine Babür mimarisi ve taş sanatının nadide bir eseri. İlgimi taç kapının en üstündeki on bir adet küçük kubbe çekti.

Daha ana kapının içinde iken bu simgesel anıtın uzaktan masal gibi bir görüntüsüyle karşılaşıyorsunuz. Tac Mahal neredeyse mükemmel bir şekilde simetrik. Tac Mahal'i bugün gördüğümüz şekilde yaratmak için 1631–1653 yılları arasında 37 tasarımcı ve mimardan oluşan bir ekip ve baş mimar Ustad Ahmad Lahori yönetiminde 20.000'den fazla zanaatkar, işçi, ressam tam 22 yıl çalışmış. Amaç 5.Babür imparatoru Şah Cihan [2] ‘ın sevgili karısı Mümtaz Mahal'e [3] en güzel türbeyi inşaa etmekmiş. Buhara'dan heykeltıraşlar, Suriye ve İran'dan hattatlar, Güney Hindistan’dan tasarımcılar Belucistan'dan taş kesiciler ve İtalyan zanaatkarlar istihdam edilmiş.

Gelmeden abartıldığı düşünülebilir ancak tüyler ürpertici ve göz doldurucu bir hayal karşınızda duruyor. Bir aşk ne kadar büyük, unutulmaz ve ölümsüz olabilir sorusunun mermerle cevap bulmuş hali. Mümtaz Mahal 14. çocuğunu doğururken hayat gözlerini yumuyor ve Şah Cihandan istediği tek bir şey var: Beni unutma ve unutturma!

Böyle bir yere gelmenin heyacanı ile hem gurup olarak hem de bireysel olarak epey bir fotoğraf çektirdik. Şansımıza hava açık gökyüzü mavi. Su kanallarını ve merkezdeki havuz ile de çok hoş fotoğrafları çıkıyor.

Tac Mahali yakından görebilmek için önünden tekrar sıraya giriliyor. Solda tarafta kırmız kum taşından Jawab Masjid (Cevap Cami) bulunuyor.

Sonra Tac Mahal’in güney giriş kapısına geliniyor. Kapı büyük bir eyvan, dekoratif bir desene sahip kafesli celili pencereleri ve Kuran'dan pasajlar içeren Arapça hat sanatıyla göz alıyor. Hat sanatının çoğu, beyaz mermer panellere kakılmış jasper veya siyah mermerden yapılmış süslü sülüs yazısından oluşuyor. Eyvan’ın köşelerinde mermer kakma çok hoş çiçek motifleri bulunuyor.

Dışarıda ve içeride duvarlarda ki mermere oyulmuş bitki motifleri muazzam ve yeni gibi duruyor. Tac Mahal'i süsleyen taş ustalarının "parlaklığı ve rengi asla solmayan" taşlar seçtiği söyleniyor. İşte bunlardan birkaçı: • Beyaz, sarı ve siyah mermer • Mavi lapis lazuli • Kırmızı ve turuncu akik • Yeşil yeşim • Mavi turkuaz • Çeşitli renklerde jasper • Yeşil malakit • Yeşil ve kırmızı kan taşı • Çok renkli bantlı akikler ve kalsedonlar • Garnet • Safir. Çiçeklere ek olarak, jasper ve siyah mermerden oluşan kakmalı hat sanatı kemerleri süslüyor. "Sülüs yazısı" olarak bilinen zarif bir el yazısı stili kullanılmış. Detaylara gösterilen özen o kadar büyüktü ki, binanın yüksek kısımlarındaki hat sanatı, yerden bakıldığında "eğiklik etkilerini" azaltmak için biraz daha büyük. Tac Mahal'deki her şey denge, simetri ve uyumla göze hoş gelecek şekilde yapılmış.

Mezarların olduğu bölümde fotoğraf çektirmiyorlar. O yüzden fotoğrafları sosyal medyadan aldım. Ana oda, Mümtaz Mahal ve Şah Cihan'ın sahte lahitlerini barındırıyormuş gerçek olanlar bodrum katında imiş. Mezarlar tek bir mermer parçasından oyulmuş telkâri paravanla çevrelenmiş. Karmaşık bir şekilde oyulmuş mermer kafes işi vasıtasıyla mezarların üzerine desenli ışıklar düşmesi sağlanmış.

Şah Cihan’ın mezarı biraz daha büyük. Güney kapıdan girip Kuzey kapıdan çıkılıyor. Aşağıdaki asıl mezarlar gezilemiyor.  

Dışarı çıkınca kocaman terastan Yamuna Nehri gözüküyor. Nehri karşısında ise Tac Mahal ve Agra Kalesi'nin karşısında Yamuna boyunca inşa edilen on bir Babür yapımı bahçeden biri olması gereken  Mehtab Bagh alanı birde Tac Mahal'in karşısında inşa edilmesinin planlandığı söylenen efsanevi siyah mermer türbe Siyah Tac Mahal’in yapılsa idi olması gereken alan gözüküyor. Babür imparatoru Şah Cihan'ın, eşi Mümtaz Mahal anısına inşa ettirdiği türbenin aynısını kendisi için de istediği, ancak tamamen siyah mermerden inşa ettirmek istediği söylenirmiş. Ancak Şah Cihan, oğlu Aurangzeb tarafından Agra Kalesi'nde ev hapsine alındığı için tamamlanamamış. Şah Cihan 1666'da ölmüş ve oğlu Aurangzeb, babasının naaşını Tac Mahal'e, Şah Cihan'ın eşi Mümtaz Mahal'in yanına gömdürmüş. Siyah Tac Mahal'in bulunması gereken yer Mehtab Bagh'a dönüştürülmüş. Ancak şimdilerde pek bir şey yok gibi.

Terasın camiye simetri olan bölümünde Mehmaan Khana (Misafir Odası) bulunuyor. Burası da zamanında misafirhane ve etkinlik salonu imiş.

Tac Mahal’in dış cephesindeki detaylar çok çok güzel ve zarifti.

Türbe binasını dört minare çevrelemekte. Her biri 40 m.’den daha yüksek olan dört minare simetrik olarak düzenlenmiş. Her minare şerefeler bulunan eşit üç parçadan oluşmakta. Herhangi bir deprem durumunda minareler mezardan uzağa düşsün diye türbenin dışına doğru hafifçe yönlendirilmiş şekilde inşa edilmiş.

Türbeye girilen alanın ters tarafından çıktık. Kenardan yürürken doğu su sarayını (Jal Mahal) gördük. Karşılıklı iki saray merkezı̇ lotus havuzuna gı̇den doğu-batı su kanalının iki ucunda yer alıyorlar. Bahçe seviyesinden 4 m. yükseltilmiş bir platform üzerine inşa edilen ve kafesli korkuluklarla korunan her bir köşkün ortasında üç kemerli veranda ve her iki yanında birer oda bulunmakta. 

Su sarayının devamı da Tac Mahali çevreleyen kırmızı kum taşından iki sütun tarafından taşınan revaklarla çevrili. Yol sizi ana giriş kapısına götürüyor. 

Dışarı çıkınca Zafer bey Panchhi markalı yöresel tatlılardan alıp ikram etti. Satılan yerdeki reklamlardan aldığım isimler ve fiyat listesi aşağıda:

 1-Dry Petha: Kül kabağı veya beyaz balkabağından yapılan yarı saydam yumuşak bir şekerleme.

2-Kesar Angoori Petha: Kül kabağı parçalarının kireç suyunda kurutulmasıyla, ardından bu parçaların şekerde pişirilmesiyle yapılır.

3-Gulab Laddu Petha: Petha, Gulkandh (gül taç yaprakları ve şeker kullanılarak hazırlanan tatlı) hindistan cevizi tozu, kuru meyveler ve khoa'nın (süt ürünü) mükemmel bir karışımıdır.

4-Dalmoth: Siyah baklagiller, çıtır çıtır kızartılmış ‘sev’(Nohut unu hamurundan yapılan ve yağda kızartılmadan önce zerdeçal, kırmızı biber ve ajwain (Kimyon, rezene benzeri ot) ile tatlandırılan küçük çıtır erişte parçaları) ve kuru meyvelerden hazırlanan popüler bir Hint atıştırmalığı.

5-Paan Petha: Beyaz kabak (ash gourd) kullanılarak yapılan içine Paan yani hint nane yaprağı, kedi otu ve kalsiyum karbonat ile hazırlanan hint ağız ferahlatıcısı konan tatlı.

6-Sandwich Petha: Kül kabağından yapılan Petha'nın arasında kremsi kaju ezmesi dolgusu bulunan iki kat Petha bulunur.

7-Doda Barfi Petha: Desi Ghee (Bir tür sade yağ), Petha, kuru meyveler ve unun karıştırılmasıyla yapılır.

8-Kancha Petha: Kavunlu Petha

 


PANCHI PETHA RATE LIST


0,37

PRODUCT

GM.

RUPİ

TL

SADA PETHA

1 KG.

140

52

KESAR PETHA

1 KG.

200

74

COCONUT PETHA

500 GM.

130

48

GULAB LADDU

500 GM.

190

70

SANDWICH PETHA

500 GM.

210

78

PAAN PETHA

12 PCS.

200

74

KESAR ANGOORI

1 KG.

240

89

PLAN ANGOORI

1 KG.

200

74

DODA PEHTA

500 GM.

250

93

CHOCOLATE PEHTA

500 GM.

200

74

PEDA

500 GM.

250

93

KANCHA PETHA

500 GM.

250

93

WHITE CHERRY

500 GM.

130

48

KESAR CHERRY

500 GM.

150

56

KHUS KHUS

500 GM.

130

48

SUGAR FREE

400 GM.

200

74

WHITE RASHBHARI

500 GM.

150

56

PINK RASHBHARI

500 GM.

150

56

SADA DALMOTH

500 GM.

180

67

SP DALMOTH

500 GM

240

89

Otobüs parkında Hindistan’ın başka yörelerinden Tac Mahal’i görmeye gelenleri getiren rengarenk otobüsler vardı. Çok ilginç bir şekilde boyanmışlardı.

Tekrar minibüse binerek yarım saat mesafedeki Sikandra Fort veya Ekber Şah Türbesi’ne [4]  gittik. Bizi büyük bahçede beyaz balıkçıllar ve maymunlar karşıladı. Ekber veya Akbar'ın mezarı, üçüncü ve en büyük Babür imparatoru Ekber'in türbesi imiş. Güney kapısı üzerindeki yazıtlara göre 1612-1614 yılları arasında tamamlanan türbenin yapımına İmparator Ekber'in (1556-1605) [5] sağlığında 1604 yılında başlandığı ancak oğlu Cihangir'in [6] hükümdarlığı sırasında (1605-1627) tamamlandığı anlatılmakta.

Biz kapıların en büyüğü olan güneydeki Jahangir (Cihangir) kapısından başladık. Kapı iki katlı çok ihtişamlı bir eyvana, her katta eyvanın yanlarında birer odaya ve dört beyaz mermer minareye sahip. Bina beyaz mermerle güzelleştirilmiş koyu kırmızı kumtaşından inşa edilmiş.  Kapının olduğu terasa birkaç merdivenle çıkıyorsunuz ve sizi kum taşından küçük bir kapı karşılıyor geçince ana kapının avlusuna geliyorsunuz. Duvarlara kazınmış geometrik desenler, bitkisel motifler ve Kuran yazıları, Babür ustalarının inceliğini ve sanatsal dehasını yansıtıyor. Büyüleyici kılan şey, ihtişam ve otorite duygusu taşıyan ölçeği ve simetrisi. Kapının içi çok geniş ve yüksek iki kattan oluşuyor.

ree

Kapının içinden Ekber şahın mezarı Tac Mahal gibi gözüküyor ancak onun kadar etkileyici değil çünkü yapının görüntüsü farklı. Türbeye bakan kuzey cephesindeki yazıtlar ölen imparatoru överken, girişin üzerindekiler türbenin hamisi Cihangir'i övmekte.

Avluda bir sürü Hint şebeği türü maymun var.

Cihangir kapısının ötesinde, cennet nehirlerini çağrıştıracak şekilde tasarlanmış su yollarıyla dört bölüme ayrılmış charbagh uzanıyor. Daha sonra ortada kocaman boş bir havuzun olduğu Fountan Platformuna geliniyor. Burada türbe binası çok güzel görünüyor. Çatışındaki bir dizi kumtaşı pavyon, kemer ve köşk (Chhatri, Hint-İslam mimarisinde ve Hint mimarisinde bir unsur olarak kullanılan yarı açık, yükseltilmiş, kubbe şeklindeki köşkler) nedeniyle bir mezar binasından çok bir saraya benziyor. Türbenin şekli piramidal beş kattan oluşmakta ve mezar odası zemin seviyesinin altında bir seviyedeyken, sahte türbe en üst katta.  Beyaz mermerden inşa edilen en üst kat hariç, türbenin tamamı kırmızı kumtaşından yapılmış.

Bu güzel binanın ana girişine yaklaşıp ayakkabılarımızı dışarıda bırakıp çorapla içeri girdik. İçeri de tavan tadilat görüyordu ancak çevre duvarlar eski ancak çok çok güzel süslemelerle kaplı idi. Buradaki sureler ve süslemelerin vaktinde altın kaplama ile yapıldığı burada 200 kilo kadar altın kullanılmış olduğu rivayet ediliyor.

Sonra türbenin içine, dar, uzun ve karanlık bir koridordan geçilerek ulaşılıyor. Mozolenin bulunduğu yerde hiçbir süs ve dekor yok. Tepedeki küçük pencereden gelen loş ışık, burayı ancak “yarı karanlık” denecek kadar aydınlatıyor. Mezar sade mermerden yapılmış. Başında sakat bir bekçi nöbet tutuyor. Guruptan Galip Kuka ağbi bir ayet okudu. Bu ortamda tüylerimiz epey diken diken oldu. Tekrar aynı dehlizden geri çıktı.

Türbenin birinci katı, dört tarafında kemerleri olan revaklara sahip ve Akbar'ın başka bir sahte mezar taşının bulunduğu bir salona sahip. Salonda ayrıca Akbar'ın iki kızı olan Shakr-un-Nissa Begum ve  Aram Banu Begum'un mezar taşları da bulunmakta. Türbenin etrafını revaklarından altından dolaştık.

Tekrar aynı kapılardan geçerek geri minibüse döndük. Çevrede olup bizim görmediğimiz iki yer daha varmış. Biri 1609 civarında, Babür İmparatoru Jehangir tarafından av köşkü olarak kullanılmak üzere kraliyet kadınları için bir tatil yeri olarak inşa edilmiş Kanch Mahal, diğeri ise 1623- 1627 yılları arasında oğlu Jahangir tarafından yaptırılmış ve Ekber Şah'ın kendisine yakın gömülen tek karısı olan Mariam-uz-Zamani türbesi.

Türbeden sonra yarım saat mesafedeki Agra kalesine [7] gittik. Ana giriş kapısı Amar Singh kapısı [8] olarak adlandırılıyor. Kapıya kale hendekleri üzerindeki bir köprüden geçilerek varılıyor. Önce gişenin olduğu küçük bir kapıdan geçilip Amar Singh kapısının avlusuna geliniyor. İki tarafta yuvarlak burçlar ortada süslü kapı var.

Kapıdan geçilince başka bir kapının avlusuna geliniyor. Burada üst kısımları mozaiklerle süslenmiş güzel görünen iki küçük yuvarlak burç ve ortada kapı var ancak kapı diğer kapının karşısında değil sol tarafında. Sebebi kuşatmalarda kullanılan filler hız alarak saldırıp kapıları kıramasın diye imiş. Bugünkü kafa ile bakınca neden böyle labirent gibi diye düşünüyorsunuz filler aklınıza gelmiyor.

Kapıdan geçince önce iki tarafında binalar sonra da duvar olan meyilli bir dehliz ile karşılaşıyorsunuz. Dehlizin sonunda başka kapılar var ancak sağa döndüğünüzde Babür hükümdarı Ekber tarafından Hint’li eşleri için yaptırılan daha sonra Nur Jahan'ın (Jahangir'in eşi) ikametgahı olan Cihangir sarayının [9] bahçesine geliyorsunuz. Bu açıdan saray çok güzel görünüyor.

Orta yoldan devam edilince Cihangir’in havuzu denen yekpare taştan büyük bir kaseye geliniyor. Çocukluğunda Cihangir bunda banyosunu yaparmış.

Havuzun çevresindeki sincapları eğitmiş ve para karşılığı turistlerin eline veren bir Hintli sayesinde sincap besledik. Ancak bir tanesi guruptan sincabı fazla sıkan bir arkadaşı dişleyip kaçtı.

Sarayın ilk kapısından içeri girdik. Geçit sizi hemen orta avluya getiriyor. Avluyu çevreleyen revakları ve üst katı taşıyan payandaların taş işçiliği ve süslemeleri çok güzel. Bu sarayın kadınlar için yapıldığı zarifliğinden anlaşılıyor.

Sarayın tasarımında dört avlu, çok sayıda oda ve salon yer almakta olup, taş sütunlu salon ve kadınların avluyu görebileceği jali (kafes işi) perdesi dikkat çekmekte. Yamuna nehrine bakan terastan kalenin surları ve uzakta Tac Mahal gözüküyor. Avlunun ortasında zarif küçük bir havuz var.

Buradan Şahjahani Mahal’e [10] oradan da Roshnara Pavyonuna [11] geçiliyor. Burası ayrıca bir Babür bahçe mimarisi örneği olan Anguri Bagh (Üzüm Bağı)’a [12] açılıyor.

Bağın önünde iki taraftan mermer paravan ile ayrılmış Khas Mahal yani Has Mahal var. Divan-ı Khas İmparatorun önemli elçileri ve ziyaretçileri kabul ettiği salon imiş ve ünlü tavuskuşu desenli taht, Delhi’ye götürülmeden önce burada bulunuyormuş. Khas Mahal ile bahçe arasında çok güzel bir havuz var. Zafer bey havuzdaki çıkıntılara oturarak buraların jakuzinin ilk örneği olduğunu anlattı. Ayrıca Khas Mahal içindeki tavan ve kolon taş işçiliği de çok güzel.

Khas Nahal’in sol tarafında Roshnara Pavyonunun simetrisi Jahanara Povyonu [13] var. Pavyonun yanında bir oda daha var burada bir tabela var. Üstünde Cihangir’İn adalet zinciri [14] yazıyor. Hikayesini ek notlarda okuyabilirsiniz.

Devam edince Onun yanında da Shahi Burj [15] bulunuyor. Shahi Burj veya Musamman Burj, Şah Cihan'ın oğlu Aurangzeb tarafından hapsedildikten sonra kızı Jahanara Begüm ile birlikte, ölünceye kadar yaşamının son 7 yılını geçirdiği yermiş. Burada ki mermer kakma işçiliği mükemmel. Düz satıhlar anlaşılabilir ama çok kavisli mermerlerin olduğu yerler bile yarı değerli taşlarla kakma yapılmıştı.

Buradan duvarları küçük küçük aynalarla dekore edilmiş sarayın harem dairesi olan Shish-Mahal’e (Aynalı Saray) [16] geçiliyor ancak burası turistlere kapalı imiş.

Yine buradan geçilen her tarafı korunaklı olan Meena Masjid (1631-1640) Şah Cihan'ın 1658-1666 yılları arasında Shahi Burj bitişiğindeki dairede hapsedildiği sırada kullandığı mescitmiş.

ree

Buradan çıkınca duvarda mermer bir tabela var. Burada şöyle yazıyor: Hindistan'ın, Tac Mahal'in ve eskiden kendisi tarafından yönetilen eyaletlerin antik sanat ve tarihinin diğer ünlü anıtlarının kurtarılmış ve korunmuş güzelliğinden büyük ölçüde borçlu olduğu Sayın Sir John Strachey GCSI [17] tarafından gelecek nesillere sunulan hizmetlerin minnettarlıkla anılması amacıyla bu tablet, arkadaşı olan Earl of Lytton'un emriyle, Hindistan Genel Valisi tarafından MS 1880'de yerleştirilmiştir.

Yol sizi Macchi Bhawan,(Balık Sarayı) [18] denen kemerli galerileri olan bir avlunun etrafında bulunan iki katlı resmi bir yapı kompleksine getiriyor. Tac Mahal’e bakan terasta ise iki adet düz taht var. Biri beyaz diğeri siyah. Beyaz olan Şah Cihan’ın tahtı [19] siyah ise Cihangir Şahın tahtı. [20]

Macchi Bhawan’ın köşesinde Şahi Hamamı [21] vardı. Ancak kapalıydı. Aynı yoldan devam edip avlunun yarı çevresini dolaşıp Divan-ı Am’ın [22] iç kısmına çıktık. Diwan-I-Aam, Babür imparatoru Şah Cihan'ın halka açık toplantılar düzenlediği ve sorunlarını çözdüğü büyük bir salon. İmparatorun oturup dinleyicilerine hitap ettiği, belli bir yükseklikte bir girinti kısım var. Salonda bu kadar çok sütun olmasına rağmen imparator bulunduğu yerden herkesi görebiliyormuş.

Buradan bahçeye çıkılıyor ortada ilginç bir mezar var. İngiliz bir memur olan John Russell Colvin'e [23] adanmış bir mezar.  John Russell 1857 isyanı sırasında Britanya Hindistanı'nın Kuzey-Batı Eyaletlerinin vali yardımcısıymış.

Agra Fort’dan çıktıktan sonra zaman kaybetmeden hemen minibüs ile saat 16:00’da Jaipur’a hareket ettik. Yol üzerinde Zafer bey bize pizza ısmarladı. Saat 21:00 gibi Jaipur’a ve otelimiz Jai Niwas’a ulaştık. Bu yoğun günü ardından hemen odalarımıza çıkıp istirahate çekildik.

 

NOTLAR:

[1] Tac Mahal, Hindistan'ın Agra şehrinde, 1631-1654 yıllarında inşa edilmiş anıt mezar. İslam türbe mimarisinin en önemli eserlerinden birisi olarak kabul edilir. Babür İmparatorluğu'nun 5. hükümdarı Şah Cihan'ın 17 Haziran 1631 tarihinde genç yaşta ölen eşi Ercümend Bânû Begüm (Mümtaz Mahal) için o zamanki imparatorluğun başkenti olan Agra'da Yamuna Nehri'nin kıyısında yaptırılmıştır. Mümtaz Mahal'in ve 1666'da ölen imparator Şah Cihan'ın mezarlarını barındırır. Yapı, Şah Cihan'ın hâkimiyeti süresinde en parlak dönemini yaşayan Babürlülerin güç ve kudretini temsil eder. Hanedanın güç ve kudreti kadar, Şah Cihan ile eşi Ercümend Bânû Begüm arasındaki sevginin de sembolüdür. Şah Cihan'ın tahta çıkması üzerine Mümtaz Mahal adını alan Ercümend Bânû, on dördüncü çocuğunu doğururken ölmüştür. Hükümdarın, eşine duyduğu sevginin hatırasına görkemli bir anıt mezar yaptırarak teselliyi sanat ve mimaride bulduğu anlatılır. Bağdat'tan hattat, Buhara'dan kakma ustası, İstanbul'dan kubbe ustası, Semerkant'tan minare yapımcısı, Kandahar'dan taş ustası, Şiraz'dan çizim ustası getirilmişti. Tac Mahal'in yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılmıştır. Aynı mermerden yapılan ve yerden yüksekliği 82 metre olan kubbe, Mimar İsmail Efendi tarafından yapılmış ve 1648 yılında tamamlanmıştır. Yapıdaki yazıları yazan Hattat Settâr Efendi'dir. Kubbe üzerinde altınlı bir alem vardır. Türbenin beyaz mermerden 4 minaresi vardır. Anıtın dört yanına Hattat Settâr Efendi tarafından Yasin suresinin tamamı yazılmıştır. İnşaatta çok sayıda ustanın yanı sıra, günde 20 bin işçinin çalışmasıyla türbe 1643'te, çevresindeki avlu ve yapılar 1649'da bitirildi. Tac Mahal, 20 yılda 1652'de bütünüyle tamamlandı. 305 x 580 metre ölçülerinde dikdörtgen avluda yer alan Tac Mahal, dört cephesinin ortalarında 33 metre yüksekliğindeki taç kapılarıyla 75 metre yüksekliğindeki anıt kubbeyi çevreliyor. Mümtaz Mahal ve Şah Cihan'ın sandukaları üst katta, kubbenin altındadır. Sandukaların bulunduğu yerdeki kubbede insan ağzından çıkan her ses 7 kez yankılanacak şekilde bir akustiğe sahiptir. Şah'ın ve eşinin asıl lahitleri ise, en alt katta bulunmaktadır. Tac Mahal'in yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü olan duvarlarında ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet çok iri inci vardır.

 

[2] Şah Cihan (5 Ocak 1592 - 22 Ocak 1666), aynı zamanda Muhteşem Şah Cihan olarak da bilinir. 1628'den 1658'de tahttan indirilene kadar Hindistan İmparatoruydu . Beşinci Babür imparatoru olarak saltanatı, Babür mimari ve kültürel başarılarının zirvesini oluşturdu. Cihangir'in ( hükümdarlığı  1605-1627 ) üçüncü oğlu Şah Cihan, Cihangir'in Ekim 1627'deki ölümünün ardından en küçük kardeşi Şehriyar Mirza'yı yendi ve Agra Kalesi'nde imparator olarak taç giydi. Şah Cihan, Şehriyar'a ek olarak, tahttaki rakip adaylarının çoğunu idam ettirdi. Kızıl Kale , Şah Cihan Camii ve en sevdiği eşi Mümtaz Mahal'in gömüldüğü Tac Mahal dahil olmak üzere birçok anıt yaptırdı. Dış ilişkilerde Şah Cihan, Dekkan sultanlıklarına karşı düzenlenen seferlere, Portekizlilerle yapılan çatışmalara ve Safevilerle yapılan savaşlara başkanlık etti. Ayrıca birkaç yerel isyanı bastırdı ve 1630-32'deki yıkıcı Dekkan kıtlığıyla başa çıktı. Eylül 1657'de Şah Cihan hastalandı ve en büyük oğlu Dara Şikoh'u halefi olarak atadı. Bu adaylık, üç oğlu arasında Babür veraset savaşına (1658-1659) yol açtı ve Şah Cihan'ın üçüncü oğlu Evrengzib ( hükümdarlığı  1658-1707 ) zaferle altıncı imparator oldu ve Veliaht Prens Dara Şikoh da dahil olmak üzere hayatta kalan tüm kardeşlerini idam etti. Şah Cihan Temmuz 1658'de hastalığından kurtulduktan sonra Evrengzib onu Temmuz 1658'den Ocak 1666'daki ölümüne kadar Agra Kalesi'nde hapsetti.  Ölünce Tac Mahal'de karısının yanına defnedildi. Saltanatı, büyükbabası Ekber Şah tarafından başlatılan liberal politikaları ortadan kaldırmasıyla bilinir. Şah Cihan'ın zamanında, Nakşibendi gibi İslami canlanma hareketleri Babür politikalarını şekillendirmeye başladı.

 

[3] Mümtaz Mahal (Doğum adı Arjumand (Ercüment) Banu Begüm) (27 Nisan 1593 - 17 Haziran 1631) 1628'den 1631'e kadar beşinci Babür imparatoru Şah Cihan'ın baş eşi olarak Babür İmparatorluğu'nun imparatoriçesiydi. Bir Pers soylular ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babür İmparatorluğu'nda yüksek mevkilerde bulunan zengin bir Pers soylusu olan Ebu'l-Hasan Asaf Han'ın kızı ve İmparator Jahangir'in baş eşi ve imparatorun arkasındaki güç olan İmparatoriçe Nur Jahan'ın yeğeniydi. 1612'de 19 yaşındayken Şah Cihan ile evlendi. Mümtaz ve kocasının 14 çocuğu oldu, bunlar arasında Şah Cihan'ın en sevdiği kızı olan Cihanara Begüm ve babası tarafından geçici olarak tahta çıkarılan veliaht prens Dara Şikoh da vardı ve Mumtaz Mahal'in altıncı çocuğu olan Evrengzib tarafından tahttan indirilene kadar geçici olarak tahta çıktı ve Evrengzib sonunda 1658'de babasının yerine altıncı Babür imparatoru oldu. Mumtaz Mahal, 1631 yılında 14. çocuğu Gauhar Ara Begum adlı kızının doğumu sırasında Burhanpur , Deccan'da (günümüzde Madhya Pradesh ) öldü.  Şah Cihan, ölümsüz aşkın anıtı olarak kabul edilen Tac Mahal'i onun için bir mezar olarak inşa ettirdi.


[4] Ekber'in mezarı, üçüncü ve en büyük Babür imparatoru Ekber'in türbesidir. Türbe, 1605-1613 yılları arasında oğlu Cihangir tarafından yaptırılmıştır ve Hindistan'ın Uttar Pradesh eyaletindeki Agra kentinin bir banliyösü olan Sikandra'da 119 dönümlük bir arazi üzerinde yer almaktadır. Binalar çoğunlukla koyu kırmızı kumtaşından inşa edilmiş olup, beyaz mermerle güzelleştirilmiştir. I. Ekber 1556'dan 1605'e kadar hüküm süren üçüncü Babür imparatoruydu. Ekber döneminde Babür Hindistan'ı, büyüklüğü ve zenginliği üç katına çıkan, ticari genişlemeye ve Hint-Pers kültürünün daha fazla himaye edilmesine yol açan güçlü ve istikrarlı bir ekonomi geliştirdi. Ekber'in Delhi, Agra ve Fatehpur Sikri'deki sarayları birçok inançtan din adamlarını, şairleri, mimarları ve zanaatkârları cezbetti ve sanat, edebiyat ve öğrenim merkezleri olarak tanındı. 3 Ekim 1605'te Ekber, asla iyileşemediği bir dizanteri atağından hastalandı. Ekber'in 26 Ekim 1605'te öldüğüne inanılmaktadır. Ekber'in ölümünden sonra oğlu Cihangir, 1605-1613 yılları arasında babasının türbesinin inşasını planladı ve tamamladı. Yapımı 1.500.000 rupiye mal olmuş ve tamamlanması 3-4 yıl sürmüştür. Mimari ve süsleme: Güney kapısı, Tac Mahal'dekilere benzeyen (ve onlardan daha eski olan) dört beyaz mermer chhatri tepeli minaresi ile en büyüğüdür ve türbeye normal giriş noktasıdır. Mezarın etrafı 105 m2 büyüklüğünde duvarlarla çevrilidir. Mezar binası dört katmanlı bir piramittir ve tepesinde sahte mezarı içeren mermer bir pavyon bulunur. Gerçek mezar, diğer anıt mezarlarda olduğu gibi bodrum kattadır. Binalar çoğunlukla koyu kırmızı kumtaşından inşa edilmiş ve beyaz mermerle zenginleştirilmiştir. Bu malzemelerin süslü kakma panelleri ve siyah bir arduvaz, türbeyi ve ana giriş kapısını süslemektedir. Panel tasarımları geometrik, bitkisel ve kaligrafiktir. Türbede kırmızı kumtaşı kullanılarak inşa edilmiş ve tasarımları mermer kullanılarak kakılmış dört geçit vardır. Geçidin çatısında dört adet köşk bulunmaktadır. Geçidin ihtişamı Buland Darwaza'dan esinlenilmiştir. Meryem-üz-Zamani, kocası Ekber'in ölümünden sonra, aslen Sikander Lodi döneminde, MS 1495'te inşa edilmiş açık bir baradari (zevk köşkü) olan mezarının etrafına büyük bir bahçe düzenlemiştir. Mayıs 1623'teki ölümünden sonra buraya kocasının mezarının yanına gömülmüş ve baradari oğlu Cihangir tarafından güzel bir türbeye dönüştürülmüştür. Ekber'in kendisine yakın gömülmüş tek eşi olarak durmaktadır. Türbenin birinci katı, dört tarafı kemerli revaklara sahiptir ve Ekber'in mezar taşının bulunduğu bir salona sahiptir. Salonda ayrıca Ekber'in iki kızı Shakr-un-Nissa Begum ve Aram Banu Begum'un mezar taşları da bulunmaktadır. 28 Mart 1688'de Aurangzeb döneminde Jat halkı Raja Ram Jat liderliğinde ayaklandı. Jatlar Ekber'in mezarını yağmalayıp altın, mücevher, gümüş ve halıları talan edince Babürlülerin prestiji darbe aldı. Mezar açıldı ve merhum kralın kemikleri yakıldı. Bu başarılı baskın, 1685'teki başarısız bir girişimin ardından geldi ve Babürlüler ile Jatlar arasındaki çatışmanın tırmanmasına neden oldu.

 

[5] Ekber Şah tam adıyla Ebü'l-Feth Celâlüddîn Muhammed Ekber Şâh (d. 14 Ekim 1542 - 27 Ekim 1605), babası Hümayun Şah'ın ardından 1556-1605 arası Babür İmparatorluğu tahtına geçmiştir. Sind'de bulunan Ömerküt Kalesi'nde doğdu. Babası Hümayun Şah, annesi İran asıllı Hamide Bânû'dur. Babürlerin en parlak dönemi Ekber Şah'in padişah olduğu dönemdir. Ekber Şah, farklı dinlere sahip olan tebaasını ortak tek bir din çatısı altında birleştirme projesiyle nev-i şahsına münhasır bir imparator olmaya çalışmıştır. Ekber Şah, dedesi Babür zamanından itibaren fethedilmeye başlanan Hindistan'ı vatan olarak benimsemiş, fatih olarak geldikleri bu ülkede kalıcı olmanın yollarını aramıştı. Ekber Şah Hindu,MüslümanZerdüştBudistSihCayinizmHristiyan gibi pek çok din mensubunun yaşadığı bu ülkede tebaası üzerinde manevî nüfuz kurmadan birlik sağlamanın mümkün olamayacağını düşünüyordu. Ekber Şah'ın çeşitli din ve mezheplerle ırklar arasında karşılıklı müsamahaya dayanan dostluk ve barış içinde yaşama fikrini ifâde eden sulh-i küllî (Herkesle barış) düşüncesini benimsemesinde Hocası Mir Abdüllâtif etkili olmuştu. Tebaasının manevî liderliğini üstlenmek isteyen Ekber Şah, farklı dinlerin öğreticileri ile yakınlıklar kurdu, onları tanımaya ve kendisine bağlamaya çalıştı. 1580'lere doğru Zerdüştlüğe meyleden Ekber Şah, bir süre bir Zerdüşt gibi yaşadı, sarayda gece gündüz ateş yakılmasını emrederek bu ateşin söndürülmemesi görevini Ebü’l-Fazl el-Allâmî'ye verdi. Ekber Şah, aynı dönemde Caynizm ve Sih inancıyla da tanıştı, sarayında bu inançların temsilcilerini bulundurdu. Ekber Şah, 1579 yılından itibaren, Portekizli işgalcilerle birlikte gelen Cizvit papazlarını da sarayına davet ederek uzun bir süre onları misafir etti. Hristiyanlığı öğrenmeye heves eden Şah, Cizvitlere İncil'i tercüme ettirdi, onların kilise kurmalarına müsaade etti, çocuklarının eğitimiyle onları görevlendirdi. Ancak teslis inancı bir türlü Ekber Şah'ın aklına yatmadı. Onun öğrenme merakından ümitlenen, ancak umduklarını bulamayan misyonerler, yazdıkları mektuplarda; Ekber Şah'ın dinî tartışmalar sırasında sürekli haşhaş ve alkolün etkisi altında olduğunu görerek hayal kırıklığına uğradıklarını ve onun bir düzenbaz olduğunu iddia etmişlerdi.

Ekber Şah, sulh-i küllî düşüncesini Müslümanlara kabul ettirmek için onlar üzerinde manevî otorite kurmanın yollarını arıyordu. Tahta çıktığı sırada Müslüman halk arasında mehdiyet düşüncesi oldukça yaygındı. Ekber Şah, on altıncı yüzyılın başında mehdîliğini ilan eden Caunpurlu Muhammed'in bin yılcı (mehdînin âhir zamanda bin yıl hükmedeceği inancı) hareketi Mehdeviye öğretisinden bu anlamda faydalanmayı düşündü. Üstelik mehdinin zuhur edeceği hicrî bininci yıl olan miladi 1591 yılı çok yakındı. Ekber Şah, mehdilik konusunda yönlendiren ve teşvik edenlerin başında Mehdevî hareketinin lideri Şeyh Mübarek b. Hıdır en-Nagorî ile iki oğlu Feyzî ve Ebu l-Fadl el-Allâmî vardı. Ancak mehdiyet düşüncesi karşısında en büyük engel, bu düşünceye şiddetle karşı çıkan ulemaydı ve bunlar, Müslümanlar üzerinde hâlâ nüfuz sahibiydiler. Ekber Şah'ın mehdiliğinin kabul ettirilmesi bakımından öncelikle ulemanın saf dışı edilmesi ve gözden düşürülmesi gerekiyordu. Ekber Şah bunu gerçekleştirmek üzere, 1575'te başkent Fetihpûr Sikri'de bir ibadethane yaptırdı. Divanhane denilen bu yerde Sünni ve Şii Müslüman âlim, edip ve mutasavvıfları bir araya getirerek dinî konularda münâzaralar tertip etti. Bu toplantılara katılan ulemâ arasındaki şahsî çekişmeler, ulemanın zaafları ve şer'î meselelerdeki anlaşmazlıkları öne çıkarılıp ulemâ ve hocaların Müslümanlar üzerindeki itibarları ve güvenilirlikleri yıpratıldı.

Ekber Şah daha sonra Mecusî, Hindu, Budist ve Hristiyan bilginlerini de bu toplantılara çağırmaya başladı, onların İslâm aleyhine konuşmalarını müdahale etmeden dinledi. Bu toplantılarda İslâm'ın bedevî bir millete geldiği, Babür halkı gibi yüksek bir millete uygun olmadığı, vahyin akla aykırı olduğu, Kur'ân'ın Allah kelamı olmadığı görüşleri dile getirildi. Nihayet şartların müsait olduğuna kanaat getirilen 1579 yılında Fetihpûr Sikri Ulucamii'nde minbere çıkan Feyzi en-Nagori, Ekber Şah'ın ilâhî mertebeye yüceltildiğini ifâde eden manzûm bir hutbeyi okuyarak onu müctehid-i zaman ilan etti. Ebu'l-Fadl'a göre de Ekber Şah zamanın imamıydı, insanların Allah'ın rızasını kazanabilmeleri için o hangi yolu, hangi mezhebi seçerse, ona tâbi olmaları şarttı.

Tâcü l-ârifîn lakâbıyla şöhret bulmuş Şeyh Zekeriya, insan-ı kâmil sözüyle kastedilenin Ekber Şah olduğunu ve ona mutlak itâatin dinin emirlerinden olduğunu iddia ederek ona kıble-i murâdât (ona yönelince muratların gerçekleşeceği kıble) adını vermiş, bu iddialarını delillendirmek için hadis uydurmaktan çekinmemişti. Öte yandan Ekber Şah, Taceddin Ayodhanî ile de dostluk kurmuş, bu zat vasıtasıyla Abdülkerim Cilî'nin insan-ı kâmil öğretisini kendisine uyarlamış ve kendi inancına mensup takipçilerinden huzurunda secdeye kapanmalarını istemiştir. Bazı Brahmanlar da Ekber Şah'ın Rama ve Krişna gibi büyük Hindu mabudu Vişnu'nun avatarı (Tanrı Vişnu'nun bedenlenerek Dünya'ya gelmiş hâli) olduğunu söyleyerek, onu Hinduların mabudu konumuna getirmişlerdi. Ona bağlılığın dört mertebesi olarak mal, can, namus ve dinin feda edilmesi gerektiğini, buna karşılık hikmet, şecaat, iffet ve adaletin elde edileceğini ilan etmişlerdi. 1582'de Ekber Şah, bütün eyalet valilerinin önünde Dîn-i İlâhî'yi kurduğunu resmen ilan etti. Artık İslâmiyet, Hristiyanlık, Zerdüştîlik, Hinduizm, Sihlik, Caynizm ve Budizmin inanç, ibâdet ve muâmelâtı bu dinin çatısı altında birleştirilmişti. Daha sonra Cihangir adı ile tahta çıkacak olan Ekber Şah'ın oğlu Selim, bütün bu olumsuzlukların müsebbibi olarak gördüğü Ebü’l-Fazl el-Allâmî'yi 1602 yılında öldürttü ve babasına ağır bir darbe vurdu. Ekber Şah sonrası Babür Şahları, dedelerinin Müslümanlar nezdinde sebep olduğu tahribatı gidermeye uğraştılar. Ekber Şah'ın İslâm ile Hinduizmi birleştirme çabaları sonucu ortaya çıkan Hindu tahakkümüne karşı en büyük tepki Nakşibendîlerden geldi ve bu tarikat, daha sonraki dönemlerde Hindistan'daki dinî ve siyasi gelişmelerde önemli rol oynadı. Ekber Şah'ın İslâm'a karşı tahrif ve yeni bir din oluşturma çabasına karşı İmâm-ı Rabbânî büyük mücadele vererek ve Ekber Şah'ı eleştirerek bu dinin çok yaygınlaşmasını önlediği, ancak üst düzey devlet yöneticileri arasında yayıldığı kabul edilir. Ekber Şah, Timur soyundan gelen bir hükümdar olarak Osmanlı Devleti'ne hep tepeden baktı ve hükümdarlığı döneminde Osmanlı Devleti ile resmî hiçbir ilişki kurmadı. O sırada cereyan eden Osmanlı-Safevî çatışmasında Safevilerden yana tavır aldı. Ekber, Hint geleneğinin yüzlerce yıllık adaletsiz uygulamalarına son verdi ve adil mahkemeler kurdu. Vergi toplamada adaletli olmaya önem verdi. Hindu ve Müslümanların kendi geleneklerine göre yargılandıkları bir hukuk düzeni geliştirdi. Fetihpûr Sikri'yi, mimarların yanı sıra bilgin, şair edebiyatçı ve ressamların bir araya geldiği bir sanat merkezine dönüştürdü. Ekber, Türk-İslâm mimarisinin en güzel eserlerinin yapılmasını sağladı. Bunların başında Fetihpûr Sikri'deki beş katlı Türki Sultana Sarayı ve Fetihpûr Sikri Ulucamii, 1602'de Handeş'in fethi anısına yapılan ve Dünya'nın en büyük kapılarından Bülend Dervâze ile Lahor'daki Aynalı Saray sayılabilir.

 

[6] Cihangir veya tam adıyla Ebü'l-Muzaffer Nûreddîn Muhammed Cihângîr b. Ekber, (d. 31 Ağustos 1569, Fetihpûr Sikri -ö. 28 Ekim 1627, Keşmir), Babür İmparatorluğu'nun 4. Hükümdârı (1605-1627). Ekber Şahın oğlu olup, asıl adı Selim'di. Küçük yaşta babası Ekber tarafından tahtın vârisi ilan edildi. Ama 1599'da, Ekber Dekken'de bulunurken, bir an önce tahta çıkma isteğiyle ayaklandı. Kendisini doğru yola getirmek isteyen Ebülfazl'ı öldürttü. Babası Ekber ölüm yatağında onun ardılı olacağını doğruladı. Babasının 1605'te ölümü üzerine Selim, “Cihangir” (Farsça: Dünyaya hükmeden) adıyla tahta çıktı. 1569'da doğan Selim, babasının ölümü üzerine 1605'te “Nûreddîn Cihangir” unvanı ile tahta çıktı. Ancak oğlu Hüsrev, Sihleri etrafında toplayarak Pencab'da isyan etti. Cihangir Şah, âsî kuvvetleri Cullandar Nehri kenarında bozguna uğrattı. Yakalanan oğlu Hüsrev'i Burhanpur'a sürgüne gönderdi. Hüsrev orada 1622 yılında öldü.

Cihangir Şahın saltanatının son yılları, huzursuzluk içerisinde geçti. Eşi Nurcihân ve veziri Mehabet Hanın sık sık devlet işlerine karışmaları sağlığını bozdu. Tabiplerin isteği üzerine iklimi daha müsait olan Lahor'a giderken, yolda 28 Ekim 1627 günü öldü. Cesedi Ravi Nehri kıyısındaki, Şah Dârâ denilen yerde toprağa verildi. Daha sonra mezarının üstüne büyük bir türbe yapıldı. Âdil bir hükümdar olan Cihangir, alimleri sever, onlara izzet ve ikramda bulunurdu. Babasının Müslümanlara karşı uyguladığı ağır baskıyı kaldırdı. Ancak devrinin büyük âlimi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî' yi Gwalyar şehrinde hapsettirdi. İki yıl sonra hatasını anlayıp bu büyük âlimi hapisten çıkaran Sultan, 1000 rupye ihsân edip bağışlanmasını diledi. İmâm-ı Rabbânî'nin Cihangir Şâh'a yazdığı mektuplar, Mektûbât isimli eserinde mevcuttur.

Cihangir Şah, bayındırlık işlerine de önem vermiştir. Agra'dan Etek'e ve Bengâl'e giden ağaçlıklı yollar ve Agra ile Lahor arasında her üç kilometrede bir işaret kuleleri ve sulu gölgelikler yaptırmıştır. Tüzük-i Cihângîrî ismi ile yazdığı hatıratı, kıymetli bir eserdir.

Kendisinden sonra oğlu Şihâbuddîn Muhammed, Şah Cihan unvanı ile tahta geçmiştir.

Hükümdarlığı: Miras aldığı imparatorluk o dönemde dünyanın en güçlü imparatorluklarından biriydi. Ülke o kadar güçlüydü ki, içki ve afyon düşkünü ve bahçe tutkunu olan imparator, savaşmak yerine, kendini zevk ve eğlenceye verebiliyordu.

Babasının başlattığı askeri siyaseti sürdürdü. Ancak hemen hemen hiçbir askerî başarı elde edemedi ve Kandahar şehrini İranlılara kaptırdı. Mevar'daki Racput Prensliği ile girişilen savaş 1614'te büyük kazanımlarla sona erdirildi. Ekber'in Ahmednagar'a karşı başlattığı seferler, ordunun ve diplomasinin de desteğiyle zaman zaman şiddetlenerek sürdü; ama saldırıların çoğu güçlü Habeşi Melik Amber tarafından savuşturuldu. 1613'ten itibaren savaşmayı, bu konuda çok usta olan oğlu Şehzade Hürrem'e (sonradan Şah Cihan) bıraktı. 1617 ve 1621'de Hürrem zafer kazanarak barış anlaşmaları yaptı. Zayıf iradeli bir hükümdar olan Cihangir zamanında saray ve entrikalarına kadınlar da karışmaya başladılar. Gevşek yönetimi yüzünden oğulları ile arası açıldı. 1611'den sonra Cihangir, İranlı karısı Mihrü'n-Nisa (Nur Cihan, Farsça: dünyanın ışığı) ile kayınpederi İtimadü'd-Devle ve kayınpederi Asaf Han'ın etkisi altına girdi. Nur Cihan kızı Mümtaz Mahal'i Hürrem ile, kız kardeşini ise Hürrem'in küçük kardeşi Şehriyar ile evlendirdi. Şehzade Hürrem'in de aralarında olduğu bu hizip 1622'ye değin siyasal yaşama egemen oldu. Daha sonra, Cihangir'in gücünün azaldığı yıllarda Nur Cihan ile Şehzade Hürrem arasında çatışma başladı. Hürrem 1622'de ve 1625'te açıkça ayaklandı. 1621'den 1627'ye değin süren taht kavgalarından Şehzade Hürrem (Şah Cihan) galip çıktı ve tüm rakiplerini öldürttü. Şah Cihan'ın kardeşi Şehriyar'ı destekleyen Nur Cihan ise, 1645'te Lahor'da sürgündeyken öldü. 1626'da Cihangir, Nur Cihan grubunun başka bir rakibi olan Mehabet Han tarafından baskı altına alındı. Keşmir ve çevresine duyduğu sempati nedeniyle zamanının büyük bir bölümünü bu bölgeye ayırdı. Cihangir, Keşmir'den Lahor'a giderken yolda öldü. Türbesi Lahor'dadır. Yönetiminin ilk yıllarında ünlü 12 hükmünü çıkararak taşradaki tımar sahiplerinin vergi toplamasını önledi. Issız yerlerde kervansaray ve mescitler, kentlerde de hastaneler yaptırdı. Kendi doğum gününde hayvan kesimini yasakladı. Miras konusunda yeni bir düzenleme getirdi. Konutlara zorla girilmesini önledi; suçluların kulak ve burunlarının kesilmesi gibi cezaları kaldırdı. Halkın elindeki topraklara beyler ve devlet yöneticileri tarafından el konmasını önledi.

Babası Ekber Şah'ın İslâm ve Hindu dinleri arasındaki ayrılıkları giderip birlik oluşturmayı ve böylece ortak bir dinî yol bulmayı ve Müslümanlarla Hinduları kaynaştırmayı hedeflediği “Dîn-i İlâhî” projesini devam ettirdi. Cihangir, Cizvitlerin halkın önünde Müslüman ulema ile tartışmaya girişmelerine ve kendi dinlerini yaymalarına izin verdi. Ülkesindeki Fars kültürünün gelişmesini destekledi. Cihangir'in saltanatı sırasında Farsça devlet ve kültür dili olmuştu. Pers şair, sanatçı, heykelci ve müzisyenler Agra'yı İsfahan'ın kültürel düzeyine yükseltmişlerdi. Sultan Cihangir'in mimarlık alanındaki çalışmaları, diğer Babür imparatorlarına göre azdır. Onun döneminde yapılan eserler arasında Lahor'da Motî Mescid (İnci Cami) ile tamamına yakını beyaz mermerden inşa edilmiş olan, kayınpederi İtimadü'd-Devle için Agra'da yaptırdığı türbesidir. Doğaya yakınlığı olan, insan kişiliği konusunda keskin bir sezgiye ve sanatçı duyarlığına sahip bir insandı. Bu nitelikleriyle minyatür sanatının korunmasını sağladı. Tüzük-i Cihangiri (Cihangirname, ös 1683, yay. haz. S. Ahmed) adlı anılarında yönetiminin ilk 17 yılını anlatır. Bundan sonraki iki yıllık bölüm katibi Mutemed Han tarafından yazılmıştır. Ölümünü ve şehzade kavgalarını içeren bölümü ise yapıta Mirza Muhammed Han eklemiştir.

 

[7] Agra Kalesi ( Qila Agra ), Agra şehrinde bulunan ve Agra'nın Kızıl Kalesi olarak da bilinen tarihi bir Babür kalesidir . Babür imparatoru Humayun, 1530 yılında bu kalede taç giydi. Daha sonra 1565'ten itibaren Babür imparatoru Ekber tarafından yenilendi ve günümüzdeki yapı 1573'te tamamlandı. Başkent Agra'dan Delhi'ye taşınana kadar, Babür hanedanının yöneticilerinin ana ikametgahı olarak hizmet etti. "Lal-Qila" veya "Qila-i-Akbari" olarak da biliniyordu. İngilizler tarafından ele geçirilmeden önce, onu işgal eden son Hint hükümdarları Marathalardı. Kale daha doğru bir şekilde surlarla çevrili bir şehir olarak tanımlanabilir. Daha sonra Şah Cihan tarafından yenilenmiştir. 1526'daki Birinci Panipat Savaşı'ndan sonra Babür kalede, İbrahim Lodi'nin sarayında kaldı. Daha sonra içine bir baoli (basamaklı kuyu) inşa etti. Halefi Hümayun, 1530 yılında kalede taç giymiştir. Şer Şah Suri tarafından 1540 yılında Bilgram'da yenilgiye uğratıldı. Kale, Hümayun'un yeniden ele geçirdiği 1555 yılına kadar Surilerin elinde kaldı. Adil Şah Suri'nin generali Hemu, 1556'da Agra'yı yeniden ele geçirdi ve kaçan valiyi Delhi'ye kadar takip ederek Babürlülerle Tughlaqabad Savaşı'nda karşılaştı. Merkezi konumunun önemini fark eden Ekber, burayı başkent yaptı ve 1558'de Agra'ya geldi. Tarihçisi Abul Fazl, buranın 'Badalgarh' olarak bilinen tuğladan bir kale olduğunu kaydetmiştir. Harap bir durumdaydı ve Akbar Rajasthan'daki Barauli bölgesi Dhaulpur bölgesinden kırmızı kumtaşı ile yeniden inşa ettirdi. Mimarlar temeli attı ve iç çekirdekte tuğla, dış yüzeylerde kumtaşı ile inşa edildi. Yaklaşık 4.000 inşaatçı sekiz yıl boyunca her gün üzerinde çalışarak 1573 yılında tamamladı. Bugünkü halini alması, Ekber Şah'ın torunu Şah Cihan döneminde gerçekleşti. Şah Cihan, karısı Mumtaz Mahal'in anısına Tac Mahal'i inşa etti. Büyükbabasının aksine, Şah Cihan genellikle beyaz mermerden binalar yaptırırdı. Şah Cihan aniden hastalanınca, oğulları arasında kanlı bir veraset savaşı çıktı ve Aurangazeb galip geldi. Aurangazeb, babasını Agra kalesinde ev hapsine aldırdı. Kale, 13 yıl boyunca Bharatpur'un Jat hükümdarları tarafından yönetildi. Kalede 'Ratan Singh ki Haveli'yi inşa ettiler. Kale, 18. yüzyılın başlarında Maratha İmparatorluğu tarafından işgal edildi ve ele geçirildi. Daha sonra Marathalar ve düşmanları arasında birçok kez el değiştirdi. 1761'de Üçüncü Panipat Muharebesi'nde Ahmed Şah Abdali tarafından aldıkları feci yenilgiden sonra Marathalar, sonraki on yıl boyunca bölgenin dışında kaldılar. Sonunda Mahadji Shinde , 1785'te kaleyi aldı. 1803'teki İkinci İngiliz-Maratha Savaşı sırasında Marathalar tarafından İngilizlere kaybedildi. Kale, 1857'deki Hindistan isyanı sırasında, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin Hindistan'daki yönetiminin sonunu getiren ve İngiltere'nin Hindistan'da bir yüzyıllık doğrudan yönetimine yol açan bir savaşın yeriydi. 380.000 m2 büyüklüğündeki kalenin planı yarım daire şeklindedir, kirişi Yamuna nehrine paralel uzanır ve duvarları 22 m. yüksekliğindedir. Çift surların aralıklarla büyük dairesel burçları, mazgallar, mazgal delikleri, tepe mazgalı ve tel örgüleri vardır. Dört tarafında, biri nehre açılan Khizri kapısı olmak üzere dört kapı bulunmaktadır. Kalenin iki kapısı dikkat çekicidir: “Delhi Kapısı” ve “Lahor Kapısı”. Lahor Kapısı, Amar Singh Rathore'a ithafen halk arasında “Amar Singh Kapısı” olarak da bilinmektedir. Kalenin batı tarafında şehre bakan anıtsal Delhi Kapısı, dört kapının en görkemlisi ve Ekber döneminin bir başyapıtı olarak kabul edilir. Hem güvenliği artırmak hem de kralın resmi kapısı olarak 1568 dolaylarında inşa edilmiştir ve her ikisiyle ilgili özellikler içerir. Beyaz mermerden karmaşık kakma işleriyle süslenmiştir. Hendekten geçmek ve anakaradan kapıya ulaşmak için ahşap bir asma köprü kullanılmış; içeride ise Hathi Pol (“Fil Kapısı”) adı verilen ve binicileriyle birlikte gerçek boyutlarda iki taş fil tarafından korunan bir iç geçit, başka bir güvenlik katmanı eklemiştir. Asma köprü, hafif tırmanış ve dış ve iç kapılar arasındaki 90 derecelik dönüş, girişi zaptedilemez hale getirmektedir. Bir kuşatma sırasında saldırganlar kalenin kapılarını kırmak için filleri kullanırlardı. Ancak hız toplamak için düz ve düz bir tırmanış olmadan, bu düzen bunu engellemektedir. Kalenin kuzey kısmı halen Hint ordusu (özellikle Paraşüt Tugayı) tarafından kullanılmaktadır, bu nedenle Delhi Kapısı halk tarafından kullanılamamaktadır. Turistler Amar Singh Kapısı üzerinden giriş yapmaktadır. Site, mimarlık tarihi açısından çok önemlidir. Abul Fazal, Bengal ve Gujarat tasarımlarında beş yüz binanın kalede inşa edildiğini kaydetmiştir. Bunlardan bazıları Şah Cihan tarafından beyaz mermer saraylarına yer açmak için yıktırılmıştır. Diğerlerinin çoğu ise 1803 ve 1862 yılları arasında Doğu Hindistan Şirketi'ne bağlı İngiliz birlikleri tarafından kışla inşa etmek amacıyla yıkılmıştır. Delhi Kapısı ve Ekber Kapısı ve bir saray - “Bengali Mahal” gibi nehre bakan güneydoğu tarafında neredeyse otuz Babür binası ayakta kalmıştır. Akbar Darwazza (Akbar Kapısı) Şah Cihan tarafından Amar Singh Kapısı olarak yeniden adlandırılmıştır. Kapı tasarım olarak Delhi Kapısı'na benzemektedir. Her ikisi de kırmızı kumtaşından inşa edilmiştir. Bengali Mahal kırmızı kumtaşından inşa edilmiştir ve günümüzde Akbari Mahal ve Jahangiri Mahal olarak ikiye ayrılmıştır.

  

[8] Güney kapısı veya Amar Singh Kapısı başlangıçta 'Akbar Darwaza' olarak biliniyordu ve Babür imparatoru Ekber ve kişisel maiyeti için ayrılmıştı. Adını Jodhpur'lu cesur Rao Amar Singh'den almıştır. İlginç bir anekdota göre, Amar Singh, imparatorun önünde Şah Cihan'ın baş haznedarı Salabat Han'ı öldürmüştür. Daha sonra atıyla kalenin yüksek duvarlarının üzerinden atlamıştır. At ölümcül atlamada ölmüş ve Amar Singh tutuklanmış sonra öldürülmüştür. Ancak, cesareti imparatorun hayranlığını kazanmış ve kapı onun onuruna Amar Singh Kapısı olarak yeniden adlandırılmıştır. Atının kırmızı bir kumtaşı heykeli, öldüğü yere dikilmiştir. Kapı, hendeğin üzerinde bir asma köprü, girişte tehlikeli sapmalar ve tuğlalarla döşenmiş yüksek bir rampa gibi Delhi Kapısı ile mimari özellikler paylaşmaktadır. Her iki tarafında iki sekizgen kule bulunmaktadır. Buradaki en etkileyici yapı, sütunlu pavyonlarla çevrili Naubat Khana'dır. Burçlar çok etkileyici değildir ve kaledeki diğer yapıların bazıları kadar bolca dekore edilmemiştir. Yine de, alt kısımlardaki dikdörtgen ve kemerli paneller, çoğunlukla sarı, yeşil, mavi ve beyaz renklerde çok renkli sırlı çinilerle süslenmiştir. Üst kısımdaki paneller sadedir. Burçlar, kubbeli bir kubbe ve ters lotus ile payandalı chhatri ile taçlandırılmıştır. İzler, bu kubbelerin de bir zamanlar sırlı çinilerle kaplı olduğunu düşündürmektedir.

 

[9] Cihangiri Mahal, Hindistan'ın Agra Kalesi içinde yer alan bir saraydır. Mahal, başlıca zenana (kraliyet ailesine mensup kadınlar için saray) idi ve Ekber'in baş eşi Mariam-uz-Zamani veya diğer birkaç Hindu eşi için inşa edilmiştir. İslam mimarisinin bir biçimidir. Saray, Ekber tarafından Hindu eşleri için inşa edilmiştir. Ekber'in saltanatından günümüze kalan en eski binalardan biridir. Akbar'ın baş Hindu kraliçesi, halk arasında 'Jodha Bai' olarak bilinen Mariam-uz-Zamani'nin evi olduğuna inanılmaktadır. Cihangir anılarında binaların babası Ekber tarafından inşa edildiğini belirtmiş ancak Cihangiri sarayının veya Mahal'in inşası için herhangi bir kredi almamıştır. Cihangir döneminde, Babür imparatoru Şah Cihan'ın annesi ve Marwar Prensesi olan eşi Jagat Gosain'in ikametgahı olduğuna inanılmaktadır. Cihangir'in Hauz'u (tank) (MS 1610): Bu yekpare tank (hauz) banyo yapmak için kullanılmıştır. Yüksekliği 1,5 m. çapı 2,5 m. ve çevresi 7,5 m.dir. Ağız kısmının dış tarafında Farsça olarak Hauz-e-Jahangir olarak bahsedilen bir yazıt bulunmaktadır. İlk olarak Akbar'ın sarayının avlusunun yakınında keşfedilmiştir. MS 1843 yılında ve daha sonra Diwan-e-Am'ın önüne yerleştirilmiştir. 1862 yılında halka açık bahçeye (Company Bagh) taşınmış ve burada büyük zarar görmüştür. Daha sonra Sir John Marshall onu Agra Kalesi'ne geri getirdi ve oraya yerleştirdi. Bu hauz nedeniyle saray, Akbar'ın Bengali mahalinin bir parçası olmasına rağmen Jahangiri Mahal olarak ünlendi.


[10] Şahjahani Mahal (İ.S. 1628-35) Şah Cihan Mahal: Beyaz mermer Khas-Mahal ile kırmızı taştan Jahangiri-Mahal arasında yer alır ve iki farklı çağa ait bu iki büyük konut kompleksinin arasında geçişli bir konumda bulunur. Babür İmparatoru Şah Cihan'ın mevcut bir kırmızı taş binayı kendi zevkine uygun olarak dönüştürmeye yönelik en erken girişimidir ve Agra Kalesi'ndeki en eski sarayıdır. Büyük bir salonu, yan odaları ve nehir kenarında sekizgen bir kulesi vardır. Tuğla duvar ve kırmızı taştan oluşan iskelet yapının tamamı kalın beyaz bir sıva ile yeniden kaplanmış ve çiçek desenleriyle rengarenk boyanmıştır. Tüm saray bir zamanlar beyaz mermer gibi bembeyaz parlıyordu. Sarayın Khas-Mahal'e bakan yüzünde, çift sütunla desteklenen ve dıştan bir chhajja ile korunan, dokuz kavisli beş kemerden oluşan beyaz mermerden geniş bir dalan yer almaktadır. Kapalı batı bölmesi Gazni kapısına ev sahipliği yapmaktadır. Babür'ün baoli ve kuyusu bu sarayın altında yer almaktadır. Birkaç katlı yeraltı daireleri ve darağacı da bu sarayın altında yer almaktadır.


[11] Roshnara Ara Pavilion : Agra Kalesi'nin içinde bulunan Roshnara Ara Pavyonu, Babür mimarisinin zarafetini sergileyen gizli bir mücevherdir. İmparator Şah Cihan'ın kızı ve Aurangzeb'in kız kardeşi olan Roshan Ara Begum'un adını taşıyan bu pavyon, İslami ve Farsça tasarım öğelerinin bir karışımını sunmaktadır. Karmaşık oymalar ve kakma işçiliğine sahip kırmızı kumtaşından yapılmış olan pavyonun geometrik desenlere sahip kubbeli bir tavanı ve ortasında mermer bir çeşme bulunmaktadır. Yükseltilmiş konumu, Yamuna Nehri'nin ve onu çevreleyen yemyeşil bahçelerin panoramik manzaralarını sunmaktadır. Roshan Ara Begum gibi Babür kraliyet mensuplarının inziva yeri olarak tarihi olarak kullanılan pavyonun dingin ortamı, onu dinlenme ve tefekkür için ideal bir yer haline getirir.


 [12] Şah Cihan, Anguri Bagh veya Üzüm Bahçesi'ni 1637'de inşa etti. Doğusunda Khas Mahal ve diğer üç tarafında kırmızı kumtaşı kemerler bulunan bu bahçe, zenana dairelerinin veya kraliyet hanımlarının yaşam alanının ana meydanıydı. Merkezinde bir çeşme bulunan mermer döşeli bir platform vardı ve bahçenin kendisi karmaşık geometrik desenlerle bölmelere ayrılmıştı. Adından da anlaşılacağı gibi, bu bahçe yıl boyunca en seçkin üzüm ve çiçeklerin hasadıyla biliniyordu. Kraliyet hanımları için hoş bir inziva yeri veya cennet bahçesi olarak tasarlanmıştı ve onlara tam bir mahremiyet sağlıyordu. Kraliyet mavisi ve altın renginde zarif duvar resimleriyle süslenmiş hamamlar veya imparatorluk hamamları kuzeydoğusuna yerleştirilmişti. Jehangiri Mahal'in yakınındaki sarnıçlar, bu bahçenin göletlerine ve hamamlarına su teminini sağlıyordu. Anguri Bagh, Khas Mahal saray kompleksinin bir parçasıdır. Zarif, güzel resimlerle süslenmiş beyaz mermer bir saraydır. Bahçeyi çevreleyen birkaç başka iki katlı kırmızı kumtaşı yapı da vardır. Bahçe, popüler Charbagh stilinde inşa edilmiş, yani dört eşit parçaya bölen su kanalları ve patikaları vardı. Babür sanatçılarının titiz ve sofistike planlamasının bir örneği. Şu anda yaklaşık 80 simetrik bahçeye ev sahipliği yapıyor. Ayrıca ortasında ihtişamına ihtişam katan bir çeşme de var. Saray hanımlarının dinlenmek için geldikleri bir kavşak görevi görüyordu. Bahçenin kuzeydoğu köşesine, tam bir mahremiyet sağlamak için hamamlar inşa edildi.


[13] Jahanara, (Cihan Ara) Şah Cihan'ın kızıydı ve babasının hükümdarlığı sırasında Babür İmparatorluğu'nun First Lady'si unvanını aldı. Annesi Mümtaz Mahal'in ölümünden sonra büyük nüfuz sahibi oldu ve Şah Cihan'ın en sevdiği kızı ve sırdaşıydı. Aurangzeb tarafından Agra Kalesi'nde hapsedildiği sırada babasının yanında kaldı ve ölümüne kadar ona baktı. Pavyon beyaz mermerden yapılmıştır ve güzel kakma işleri ve oymalara sahiptir. Güzel bir bahçe ile çevrilidir ve Yamuna Nehri ile uzaktaki Tac Mahal'in muhteşem manzarasını sunmaktadır. Jahan Ara Köşkü, Babür imparatorları tarafından dinlenme ve dinlenme yeri olarak kullanıldı. Şah Cihan'ın kızıyla vakit geçirmek, nehrin ve Tac Mahal'in güzel manzarasının tadını çıkarmak için sık sık buraya geldiği söyleniyor.


[14] Cihangir’İn Adalet Zinciri (MS 1605 civarı) (Zanjir-i-Adl): Burası Babür kralı Cihangir'in M.S. yaklaşık 1605 yılında 'adalet zincirini' (Zencir-i Adl) kurduğu yerdir. Anılarında, tahta geçtikten sonra verdiği ilk emrin “adalet zincirinin bağlanması olduğunu, böylece adaletin uygulanmasıyla ilgilenenlerin gecikmesi veya ikiyüzlülük yapması durumunda, mağdurun bu zincire gelip onu sallayabileceğini ve böylece gürültüsünün onun dikkatini çekebileceğini” kaydeder. Bu zincir saf altından yapılmıştı. Uzunluğu 25 m. idi ve 60 çanı vardı. Ağırlığı 100 Kg. idi. Bir ucu Şah-burc'un mazgallarına, diğer ucu ise nehrin kıyısındaki bir taş direğe bağlanmıştı. Bu bir efsane değildir. William Hawkins gibi çağdaş yabancı gezginler bunu bizzat görmüşlerdir. Ayrıca M.S. 1620 yılında yapılmış çağdaş bir tabloda da tasvir edilmiştir. Bu, imparatorluğun en yüksek yargı makamı olan krala doğrudan, herhangi bir ücret, korku ya da formalite olmaksızın başvurabilen insanların mağduriyetlerini gidermenin yeni bir yoluydu. Kast, inanç ya da fakir-zengin ayrımı yoktu. Cihangir'in adalet yönetimi 'Adl-i Cihangir' Hint tarihinde bir efsane haline geldi.


[15] Musamman Burj, Saman Burj veya Şah-burj olarak da bilinir, Agra Kalesi'ndeki Şah Cihan'ın özel salonu Diwan-e-Khas'ın yakınında duran sekizgen bir kuledir. Musamman Burj, Şah Cihan tarafından sevgili eşi Mumtaz Mahal için yaptırılmıştır. İlk başta Akbar tarafından yaptırılan küçük bir mermer sarayın bu alanda bulunduğu ve daha sonra Jehangir tarafından yeni binalar inşa etmek için yıkıldığı söylenir. Şah Cihan da Mumtaz Mahal için değerli taşlarla kaplı çok katlı mermer kuleyi inşa etmek için bu alanı seçmiştir. 1631 ile 1640 yılları arasında inşa edilmiş olup ünlü Tac Mahal'in egzotik manzaralarını sunmaktadır. Musamman Burj, saray hanımlarının görünmeden dışarı bakabilmeleri için süslemeli nişlere sahip zarif mermer kafeslerden yapılmıştır. Duvarların dekorasyonu pietra dura'dır. Odanın üstünde mermer bir kubbe vardır ve ortasında güzel bir oyma çeşme bulunan bir verandayla çevrilidir. Kule Yamuna Nehri'ne bakar ve geleneksel olarak Tac Mahal'in en dokunaklı manzaralarından birine sahip olduğu düşünülürŞah Cihan, en sevdiği kızı Jahanara Begum ile birlikte oğlu Aurangzeb'in esiri olarak son birkaç yılını burada geçirmiştir. Agra'daki Tac Mahal'e bakarken burada ölüm döşeğinde yatmıştır.


[16] Şiş Mahal veya Cam Saray, Muthamman Burj'un batı tarafında, Diwan-i-Khas salonunun altında yer almaktadır. Şah Cihan, muhtemelen imparatorluk hamamı olarak kullanılmak üzere 1631-40 yılları arasında inşa ettirmiştir. Bu nedenle, serin iç mekanlar sağlamak için ekstra kalın duvarlara sahipti. Duvarlarında ve tavanlarında sıvaya yerleştirilmiş aynaların yaygın kullanımı nedeniyle bu adı almıştır. Aydınlatıldığında güzel bir dramatik etki yaratıyordu ve bu nedenle, yapay ışık kullanımını zorunlu kılmak için bilerek karanlık yapılmıştır. Şah Cihan'ın tarihçisi Abdul Hamid Lahauri'ye göre, bu muhteşem aynalar, o dönemde bu tür camların üretiminin ana merkezi olan Halep'e (Halep, Suriye) aitti. Saray, merkezde geniş kemerli bir açıklıktan ve yanlarda iki dar geçitten bağlanan iki büyük odadan oluşmaktadır. Sadece buraya sızan ışık, iki kapıdan ve güney duvarındaki bir havalandırmadan buraya ulaşıyordu. Bu odaların her ikisinde de çeşmeler ve sıcak ve soğuk su düzenlemeleri olan mermer bir tank vardı. Mermer kapılar, odanın buhar banyosu olarak da kolayca kullanılabilmesi için sağlanmıştır. İç salonda su için iki girişle donatılmış güzel nişlerin yanı sıra, mumların akan suya yansımasını sağlamak için tutulduğu iki dizi mum nişi de vardı ve bu hoş bir etki yaratıyordu. Dış salondaki taban taş panellerinin ortasında boyanmış bitkilerle kakma bordürler vardır. Siyah ve kırmızı renkler bolca kullanılmıştır. Üstlerindeki panellerdeki sıva kabartma çalışmaları, cam mozaik çalışmasıyla birlikte 'guldasta' veya çiçek demetini tasvir eder ve bir zamanlar aynalar veya güzel portreler içermiş olabilir. İç salondaki taban taşlarında kakma çalışması yoktur ancak istenen güzelliği kazandırmak için özenle boyanmışlardır. Yarı tavanlar vardır ve sarkıt desenleriyle süslenmiştir. Geleneksel Pers motifleri ve tasarımlarındaki yontulmuş sıva çalışmaları, giriş portalının tavanını süslüyor.


[17] Sir John Strachey GCSI CIE (5 Haziran 1823 - 19 Aralık 1907) Hindistan'da görev yapmış bir İngiliz devlet memuru ve yazardı ve 1874'ten 1876'ya kadar Kuzey-Batı Eyaletleri'nin Vali Yardımcısı olarak görev yaptı. Şubat 1872'de ( Lord Mayo'nun suikastının ardından) kısa bir süre Genel Vali olarak görev yaptı, ardından Lord Northbrook gelene kadar kalan süre boyunca yerine daha uygun olan Lord Napier geçti. Edward Strachey'in beşinci oğlu, Sir Henry Strachey, 1. Baronet'in ikinci oğlu olarak Londra , İngiltere'de doğdu. Doğu Hindistan Şirketi Koleji'nden geçtikten sonra Strachey, 1842'de Bengal kamu hizmetine girdi ve Kuzey-Batı Eyaletlerinde görev yaptı ve birçok önemli pozisyonda bulundu. Kardeşi Sir Richard Strachey'di. 1861'de Lord Canning onu o yılki büyük kolera salgınını araştırmak üzere bir komisyonun başkanı olarak atadı. 1862'de Merkez Eyaletlerinde adli komiser oldu. 1864'te, ordunun sağlık durumuyla ilgili kraliyet komisyonunun raporundan sonra, Strachey'in başkanlığında Hindistan'da kalıcı bir sağlık komisyonu kuruldu. 1866'da, Lord Lawrence tarafından 1857'deki Hindistan isyanından sonra kiracıların ve küçük toprak sahiplerinin haklarının müsadere edilmesiyle yapılan adaletsizliği mümkün olduğunca gidermek ve aynı zamanda büyük toprak sahiplerinin ve Talukdarlarının (yönetici sınıfı oluşturan aristokratlar) ayrıcalıklarını korumak üzere seçilerek Oudh Baş Komiseri oldu. Yasama konseyinin bir üyesi olarak, Talukdarların tam onayıyla yasalaşan bu amaçla birkaç yasa tasarısı sundu. 1868'de Stratchey, genel vali konseyinin bir üyesi oldu ve Şubat 1872'de Lord Mayo'nun suikasta uğraması üzerine geçici olarak Vali Yardımcısı ve Genel Vali olarak görev yaptı. Sadece birkaç hafta sonra, daha uygun ve yetenekli olan Lord Napier ile değiştirildi ve Lord Napier, resmi olarak atanan Lord Northbrook Mayıs ayında gelene kadar görev yaptı. 1874'te Kuzey-Batı Eyaletleri'nin vali yardımcısı olarak atandı. 1876'da Lord Lytton ve eyalet sekreterinin isteği üzerine bu görevi bırakmayı kabul etti ve 1880'e kadar sürdürdüğü maliye bakanı olarak genel vali konseyine geri döndü. Bu dönemde, Lord Lytton vali iken önemli reformlar gerçekleştirildi. Lord Mayo döneminde başlatılan mali idarenin merkezden uzaklaştırılması önlemleri pratik olarak tamamlandı. Tuz vergileri düşürüldü ve bunların alındığı sistem değiştirildi ve idarenin o kara lekesi olan iç gümrük hattı kaldırıldı. İngiliz pamuklu mallar üzerindekiler de dahil olmak üzere tüm ithalat vergilerinin kaldırılması ve tam serbest ticaretin kurulması hükümetin sabit politikası olarak ilan edildi ve bu, Strachey’in Hindistan'dan ayrıldığı 1880'den önce büyük ölçüde yürürlüğe konuldu. Askeri hesapların tutulduğu sistem, 1878-80 İkinci Afgan Savaşı'nın maliyetinin hatalı tahmin edilmesine yol açtı. Bu hatadan teknik olarak Strachey sorumluydu; bu, istifasıyla sonuçlanan bir partizan saldırısının vesilesi olarak yapıldı. Strachey, 1885'ten 1895'e kadar Hindistan Devlet Sekreteri konseyinin bir üyesiydi. 1907'de öldü. Strachey, kardeşi Korgeneral Sir Richard Strachey ile birlikte Hindistan'ın Finans ve Kamu Çalışmaları (1882) adlı eserin ortak yazarıdır. Ayrıca Hindistan (3. baskı, 1903) ve Hastings ve Rohilla Savaşı (1892) kitaplarını yazmıştır. Ayrıca Agra'daki Yamuna Nehri üzerindeki Demiryolu-Karayolu Köprüsü'nün yapımını planlamış ve tasarlamıştır. 1907'de öldüğü için Kemerli Köprü'nün tamamlanmasını görememiştir. Köprü 1908'de tamamlanmış ve 1898'de yapımına başlanmasından bu yana tamamlanması 10 yıl sürmüştür. 1.024 metre uzunluğundaki (3.360 ft) köprü, John Strachey'in anısına Strachey Köprüsü olarak adlandırılmıştır. 112 yaşında olmasına rağmen hala işlevseldir ve Delhi - Bhopal Ana Hattı üzerindeki Agra Kantonu Tren İstasyonu'ndan Delhi - Howrah Ana Hattı'ndaki Tundla Kavşağı Tren İstasyonu'na tren taşımaktadır. Strachey, George Batten'ın kızı Katherine Batten ile 9 Ekim 1856'da evlendi ve sekiz çocukları oldu. Bunlar arasında Hindistan'da yargıç olan Sir Arthur Strachey (1858–1901) de vardı. Kızları Winifred, Hugh Shakespear Barnes ile evlendi. Strachey, Aligarh'daki Muhammadan Anglo-Oriental College'ın büyük bir destekçisiydi. Aligarh Müslüman Üniversitesi'ndeki Strachey Salonu onun adını taşıyor. Strachey, Kuzey-Batı Eyaletleri Vali Yardımcısı olarak görev yaptığı dönemde, İngiliz sömürge döneminin başlarında Doğu Hindistan Şirketi tarafından yağmalanan Machchi Bhawan ve yakınındaki Diwan-i-Am'ın (Dinleyici Salonu) restorasyonunu yönetti.

 

[18] Machchi Bhawan veya Balık Odası, imparator için altın balıkları yetiştirmek için kullanıldığına inanıldığı için bu şekilde adlandırılmıştır. Başlangıçta avlu, imparatora eğlence sağlayan altın ve gümüş balıkların tutulduğu mermer tanklar ve çeşmelerle süslenmişti. Diwan-i-Khas'ın önünde yer alan yapının, bir zamanlar bu amaçla mermer çeşmeleri ve havuzları olduğuna inanılmaktadır. Ancak Badshahnama bu yapıyı imparatorluk süs eşyaları ve mücevherleri için hazine olarak adlandırır. Dörtgenin kuzeyinde girişi olan geniş bir avlusu ve diğer üç tarafında iki katlı kemerli galerileri vardır. Güney tarafının üst katında, tavanında güneş madalyonu bulunan küçük bir mermer pavyon dışarı doğru çıkıntı yapar. İmparatorun Altın Tahtının, aşağıdaki mahkemenin tamamını görebilmesi için yerleştirildiği yer olduğuna inanılır. Alt kattaki odalar hazine olarak hizmet vermiştir. Doğu tarafında yükseltilmiş beyaz mermer bir platform ve kuzeyde lüks, çok odalı bir kraliyet hamamı vardı. Güney pavyonu, Diwan-i-Khas olarak bilinen küçük bir kabul odası olarak hizmet vermiştir ve beyaz ve siyah mermer tahtlı açık bir terasa sahiptir. Siyah tahtın üzerinde Salim döneminde, 1602'ye tarihlenen ustaca oyulmuş bir yazıt vardır. Alçı kabartma işi başyapıtlardan biridir ve üst kat chajja'nın taş braketleri arasındaki ara boşluk, ince beyaz kireçle, hoş bir şekilde kalıplanmış tasarımlarla süslenmiştir. Taht pavyonuna bağlı bölmeyi ince beyaz sıvadan yapılmış alçı işi süslüyor ve tonozlar ile tavanlar o kadar harikulade bir şekilde yapılmış ki, sanki yontulmuş mermerden yapılmış gibi görünüyorlar.


[19] Şah Jehan'ın Beyaz Mermer Tahtı, Jehangir'in tahtıyla aynı hizadadır. Şah Cihan'ın kullandığı beyaz mermerden dikdörtgen taht, tek blok beyaz mermerden oyulmuş dört ayak üzerinde desteklenmektedir. Mermer bir kaide üzerinde durmaktadır. Tarihçilere göre bu levha benzeri koltuk, değerli mücevherler ve değerli taşlarla süslenmiş ünlü ahşap tahtı barındırıyordu. İmparator muhtemelen yaz akşamları ve geceleri bu tahtta dinleniyordu.

 

[20] Takht-E-Jahangir veya Jahangir Tahtı, Agra kalesinin Diwan-I-Khas'ında yer almaktadır. Genel anlamda imparator için siyah mihenk taşından yapılmış kraliyet koltuğudur. Başlangıçta Allahabad Kalesi'ne yerleştirildi. Daha sonra bu taht Cihangir tarafından Allahabad'dan Agra kalesine getirildi. Tek siyah mermerden oyulmuş İmparator Cihangir'in Tahtı, bir savaşta kendisine çarpan bir top mermisi nedeniyle iki parçaya bölünmüştür. Bir zamanlar imparatorluğun önemli kararlarının alındığı taht artık siyah bir mermer parçası olarak duruyor. Cihangir’in tahtı Diwan-I-Khas ya da Khas Mahal'in yanında yer alan ve Kuyumcular tarafından altın kalitesini test etmek için kullanılan Kasauti olarak bilinen siyah taştan yapılmış bir tahttır. Monolitik bir taht olduğu için tek bir kayadan oyulmuştur. Takht-I-Jahangir olarak bilinir. Dikdörtgen bir tahttır ve 15 cm. kalınlığındadır. Tahtın çiçeklerle süslü kenarına Farsça Nastaaliq yazısıyla Farsça bir kitabe kazınmıştır. MS 1602 yılında Prens Salim, Allahabad'da aynı tahtta oturarak kendisini Nur-ud-din Mohammad Jahangir Badshah olarak ilan etmiştir. Bu akik taşı Cihangir tarafından Belçika'dan ithal edilmiştir. Oyulmuş çiçekler arasındaki yazılar bunu doğrulamaktadır. Bugün bu tahtın bulunduğu yer sarayın bir parçasıydı ve onun emriyle Allahabad'dan Agra kalesine getirilmişti. Tahta iki yazıt daha eklemiştir. Bu tahtla birlikte bir de şemsiye vardı. MS 1803 yılında İngiliz işgali nedeniyle hasar görmüş ve çatlamıştır. O dönemde Marathaların yönetimindeydi.


[21] Şahi Hamamı ve Su temin sistemi (M.S. 1570-1658): Ghusl-khanah olarak da adlandırılan Şahi Hamamı ilk olarak Ekber tarafından inşa edilmiş ve Şah Cihan tarafından yenilenmiştir. Sekizgen salonlar ve odalardan oluşan kapalı bir komplekstir, koridorlarla birbirine bağlanır ve nehir tarafında sadece birkaç kafes açıklığı vardır. Fırınların üzerindeki alet odasında pirinç ve bakırdan yapılmış iki büyük degh (kazan) vardı. Kagir duvarlara gizemli bir şekilde gömülmüş kil ve bakır borular, bazılarında köşelerde taban taşı yüksekliğinde gizlenmiş minyatür tankların da bulunduğu diğer odalara iletiliyordu, bu mekanizmanın sırrı bugün bizim tarafımızdan bilinmemektedir. İnşaat tuğla duvarlıdır ancak kaldırımlar ve taban taşları orijinal olarak beyaz mermerle kaplanmıştır. Duvarlar sıva ve boyalıdır. Her oda bir merkezi ısıtma sistemi ile birbirine bağlıdır. Her kubbeli tavanın tepesinde bir havalandırma deliği bulunmaktadır. Mekanizması, bir çeşit havalandırmanın çalıştığını ve buranın esas olarak yazlık saray olarak kullanıldığını göstermektedir. Yabancı gezginlerin de gözlemlediği gibi, Babürlülerin en iyi hamamları arasında yer almaktadır. Çatısında üç derin tank bulunmaktadır. Bunlar, Hızır veya su kapısı yakınındaki Pers çarkı (su çarkı) tarafından çekilen nehir suyu ile dolduruluyordu. Bu üst tanklardan su, su geçirmez kil ve bakır borularla Nagina- Mescidi, Machchhi-Bhawan, Shish-Mahal ve Muthamman-burc'un çeşmelerini, çağlayanlarını ve tanklarını besliyordu.


[22] Şah Jehan'ın mermere olan sevgisinin en erken tezahürlerinden biri olan Diwan-I-Am ya da Halk Toplantı Salonu, imparatorun soyluların yanı sıra halka da hitap ettiği yerdi. 1631-40 yılları arasında inşa edilen bu salon Machchhi Bhawan'ın yakınında yer almaktadır. 61 x 20 m. ölçülerindeki devasa toplantı salonunun düz çatısı ve kuzey ve güneyde iki kemerli kırmızı kumtaşı kapısı vardır. Ön cephede dokuz kalın kemerli bir arkad vardır ve salon üç koridora bölünmüştür. Bina kırmızı kumtaşından inşa edilmiş olmasına rağmen, beyaz mermere benzemesi için beyaz kabuk sıva ile sıvanmıştır. İmparatorun halka hitap ettiği yükseltilmiş dikdörtgen oda gösterişli bir şekilde süslenmiştir. Mermerden yapılmış, üç kemerli bir açıklığı olan ve değerli taşlarla işlenmiş bu 'jharokha', 'Takht-i-Murassa' (Taht Odası) olarak bilinirdi. Bu oda kraliyet dairelerine bağlıydı ve kraliyet hanımları, salondakiler tarafından görülmeden, imparator odasının sağ ve solundaki delikli perdeli mermer pencerelerden Diwan-i-Am'ın törenlerini izleyebiliyorlardı. Bu odanın altındaki mermer dias 'Baithak' olarak bilinirdi. Burası imparatora dilekçe sunan Vezir'in oturduğu yer olarak kullanılırdı. Salonda soylular için rütbelerine göre durabilecekleri gümüş korkuluklar olduğu, sütunların ve pervazların dış hatlarının altınla yapıldığı söylenmektedir.


[23] John Russell Colvin (29 Mayıs 1807 - 9 Eylül 1857), Doğu Hindistan Şirketi'nin İngiliz yöneticisi ve 1853'ten 1857'deki Hint İsyanı sırasında koleradan ölümüne kadar Kuzey-Batı Eyaletlerinin Vali Yardımcısıydı. Colvin, o zamanlar Bengal Başkanlığı'nın bir parçası olan Kalküta'da , Londra ve Kalküta'daki Colvin, Bazett & Co.'da tüccar olan James Colvin'in (1768 doğumlu) ikinci oğlu ve dördüncü çocuğu olarak doğdu. Colvin ailesi, İskoç kökenli önde gelen bir Anglo-Hint ailesiydi. İngiltere, Hertfordshire'daki, East India Company College'da eğitim gördü ve 1826'da British East India Company'nin hizmetine girdi. 1836'da, 1837'deki Birinci İngiliz-Afgan Savaşı sırasında Lord Auckland'ın özel sekreteri oldu ve oğluna onun adını verdi. Colvin, 1846'dan 1849'a kadar, İngiliz (Aşağı) Burma'daki Tenasserim Komiseri olarak görev yaptı. 1853'te Lord Dalhousie onu Hindistan'ın Kuzey-Batı Eyaletleri'nin vali yardımcısı olarak atadı. 1857'de, Hindistan isyanı'nın başlangacında Colvin, Agra'da sadece zayıf bir İngiliz alayı ve yerli bir bataryayla bulunuyordu; isyancılara karşı galip gelmek için yeterli güç yoktu. Colvin, o zamanlar merhameti nedeniyle eleştirilen 'yerlilere' bir bildiri yayınladı; ancak bu bildiri, daha sonra Lord Canning tarafından takip edilen Sir Henry Lawrence'ın yaklaşımına benziyordu. Colvin, Delhi'nin düşüşünden kısa bir süre önce öldü. Vücudu Agra Kalesi'nden ( Babürlülerin düşüşünden sonra , Hindistan'daki İngiliz kuruluşu askeri garnizona dönüştürdü) çıkarılamadı . Mezar yerinin seçimi, yerin önemi göz önüne alındığında, genellikle duyarsızlık nedeniyle eleştirilir. Geniş saray-kale kompleksinin içinde, mezar, Tavuskuşu Tahtı'nın yerleştirildiği Diwan-i-Am'ın (Halkın Kabul Salonu) önünde yer almaktadır. Colvin, İngiltere'de bir papaz olan Wetenhall Sneyd'in kızı Emma Sophia ile evlendi; on çocukları oldu ve bunların çoğu Hindistan ile aile bağlarını sürdürdü. Bazett Wetenhall, Elliott Graham ve  Walter Mytton Hindistan'da seçkin kariyerler geçirdiler ve dördüncüsü, CSI Clement Sneyd, Londra'daki Hindistan Ofisi'nin kamu işleri departmanının sekreteriydi. Üçüncü oğlu, Lord Auckland'ın adını taşıyan Auckland, Kuzey-Batı Eyaletleri ve Oudh'un vali yardımcısıydı ve ayrıca Mısır'da görev yaptı. Lucknow'daki Colvin Taluqdars' College'ı kurdu ; 1895'te Hindistan Hükümdarları serisinde babasının biyografisini de yayınladı ve 1905'te, İkinci Boer Savaşı'nın sona ermesine şükran olarak ve babasının kalıcı bir anıtı olarak, Soham'daki St. Mary kilisesine vitraylı bir Doğu penceresi bağışladı. Colvin'in ağabeyi Bazett David, 1847'de babasının Ipswich yakınlarındaki The Grove, Little Bealing'deki malikanesini miras aldı ve bu mülk, daha sonra eleştirmen, küratör ve Robert Louis Stevenson'ın yakın arkadaşı olacak Sidney Colvin'in çocukluk evi oldu. Colvin'in torunu Brenda (1897–1981) önemli bir peyzaj mimarıydı, bu alanda standart eserlerin yazarıydı ve profesyonelleşmesinin arkasındaki güçtü. Çocuğu yoktu, ancak Colvin'in torunlarından bir diğeri kendi çizgisini kurdu: Clement Sneyd'in oğlu Amiral Sir Ragnar Colvin , KBE , CB oldu ve Soğuk Savaş diplomatı John Horace Ragnar Colvin'in babası oldu . En son nesil Avustralyalı gazeteci Mark Colvin ve Royal Green Jackets'tan Tümgeneral James Balfour CBE'dir. 

 

 

 

 

 
 
 

Yorumlar


bottom of page